şiir

çer çöp - ayten çolakoğlu

Vedat Kamer tarafından Pa, 11/02/2007 - 22:57 tarihinde gönderildi

yağmur güllerini döküyor üzerime gökbaba
dudaklarımı çıkartıp sedef bir kutuya saklıyorum
sokağımdaki ayak izleri yavaş yavaş siliniyor

gül/ruhunun kokusunu yitiriyorum
maviye bir kibrit çakıp her gece
hüznün konağını ateşe veriyorum

çöp adamın gölgesi kendisi kadardı…

haklısın. zor. - ulaş nikbay

Vedat Kamer tarafından Pa, 11/02/2007 - 22:50 tarihinde gönderildi

«uzun süren kekemeliğime»

sis kapıma dayandı. camlarda kendimi arıyorum.
amansız çabam. eli boğazında bir akşam. sen bile…
sen bile kırık camsın bu akşam etime saplanan.
hayat bu. bir ileri iki geri. bilmeceyi kim çözmeli.
sevgilim. kalbimin kıyameti. bırak kalsın bende.
bırak kalsın bende. vurduğun kuşların iskeletleri.
yine de hayat bu. camlarda seni arıyorum. nerdesin…

24-08-2003

tembel öğrenci - jacques prévert (çev: yasemin semiz)

Vedat Kamer tarafından Ct, 10/02/2007 - 13:27 tarihinde gönderildi

Kafasıyla hayır dedi
ama kalbiyle evet
sevdiklerine evet dedi
öğretmenine hayır
sorgulandığında ayaktaydı
bütün problemler önünde
birdenbire aralıksız gülmeye başladı
ve her şeyi sildi
rakamları ve sözcükleri
cümleleri ve tuzakları
ve efendisinin tehditlerine rağmen
üstün yetenekli çocukların yuhaları altında mutsuzluğun siyah tahtasına
her renkten tebeşirle
mutluluğun yüzünü çizdi.

ağustos için veda - doğan ergül

Vedat Kamer tarafından Ct, 10/02/2007 - 12:53 tarihinde gönderildi

harflerinden sustu ağustos
devrilmiş ağaçların yeşili
sararmış sözler için

kendinden kaçan atların yeli sabah

aklımı gömdüğüm kuyu
denizler geçtiğim sandal
eskiyen gün

seni bir öğlen gibi durduğum dutluk

betonlarından taştığım havuz
kuşlar için kuşların boyunları için
renk

avare renk yoksun ya

seni bir bahçenin acıması gibi…

unutulmuş çiçek adları
usul işleyen dili doğanın

suyun ve suyun sesinden
harflerinden sustu ağustos

anne zulamızı patlattılar - tozan alkan

Vedat Kamer tarafından Ct, 10/02/2007 - 00:53 tarihinde gönderildi

Anne zulamızı patlattılar senin
kızlık soyadın şantajcıların elinde
benim ilkaşklarım darmadağın

Bir çocuk neresinden sevilir bunu
bilirim, yaralıdoğan bir aşkı anne
sağaltabilirim, kundağımda kan taşı

Yaram açık dikiş tutturamadım
yürüdük kalbimden kolkola içeri
sevişip ruhumu inciten anılarla.

Ankara’ya, yeni mahalleye kar düşerken
aynalara baka baka direniyorum
bileniyorum bu son bileklerimle hayata.

Anne zulamızı patlattılar senin
rujlu dudaklarında bir yığın resim
bir yığın tabanca.

vidanjör - oylun pirolli

Vedat Kamer tarafından Ct, 10/02/2007 - 00:46 tarihinde gönderildi

eskisi gibi çağrılmıyor hiç-bir-şey.
bura’lı da değiliz artık;
-oralı hiç değil.
uzatıp-kısalıyoruz yinelenerek
yalancı çıkıyoruz her girdiğimiz doğrudan

ne zamandır uzağız «kor” tadına
beklenen; kişisel bir temmuz ortası’Dır.
yaşadığımızı görenler var bu arada
bu bir Sır’dır…..
bu bir Sır.

yakışırken olur–ol’unmaz sevdalara
dersler alıp, dersler veriyoruz……..parmaklar havada.
mutluluğun dönekliğine ucundan takılı
yaz ortasında bacalarımız tütüyor

büyüyor gereksiz’lerimiz; yol-yol sararıyor.

köylü fahişe - cesare pavese (çev: ümit şener ta)

Vedat Kamer tarafından Ct, 10/02/2007 - 00:13 tarihinde gönderildi

Ahırın ilk güneşi yakalaması gibi
Yakalıyor yüksek duvar güneşin yoklayan parmaklarını
Oda yavaşça uyanan bedenin dışında boş, dağınık.
Beceriksiz kokularıyla dolu ergenliğin.
Beden çarşaflara dolanmasına rağmen önceki beden
Keşfinde ilk insafsız terk edilişin.

Şimdi uyanıyor yalnız, terk edilmiş, çağırmak için sabahı
en güzel zamanında. Odanın ağır gölgesine girmek başka bir uyanış,
başka bir bırakılış:
Çocukluğundaki ahır, güneş ışığının ılık esrikliği
Eşiğinde kayıtsız kapısının.

hivda - m.met altun

Vedat Kamer tarafından Ct, 10/02/2007 - 00:11 tarihinde gönderildi

Ustasız atölye gibidir gözlerin Hivda, gözlerin
Bir sis, örtülür perde gibi
Denizle senin arandadır her şey, ölümle ışık gibi

Çalınmaktan aşınmış kapılar, açılmaz kutular gibi
Misk amberle dost değil, üstelik tüm kokular bahçeye düşman gibi
San dal desem fidanı kim anlar
Sözün aynası olsaydı gözlerin, üstümü yıldızlar örterdi
İki kişilik solumuşuz üstelik aynı toprağı severek
Cil gibi güneşe sevdalı saçların Hivda, saçların
Kuş tüyü, uyunur ölünmüş gibi
Rüzgârla senin arandadır her şey, suyla çöl gibi

kesik diller antolojisi - arzu çur

Vedat Kamer tarafından Ct, 10/02/2007 - 00:08 tarihinde gönderildi

Neyime hatırlayacakmışsınız siz beni?
Neye benziyor hayat: Üç adımlık pazaryeri
Ne çok şair geçti o canım iki kapılıdan da
Hiçbiri «Ölümsüzüm dilinizce» diyemedi.

Şiire küsülür elbet ölüm varsa ucunda
Bülbülün bile sesi kesilir gülü pavyonda bulunca
Ne olacak ki hem, ölü dillerle dolu tarih denen mezarlık
Sümerce çekilen acılara kapalı değil mi kulaklarımız artık?

Bu topraklarda şairlik reklamla sakatlanmıştır, nakdidir
Dilimiz ki cenazesi gecikmiş bir çağın mumyalanmama akdidir

pusula - vedat kamer

Vedat Kamer tarafından Ct, 10/02/2007 - 00:04 tarihinde gönderildi

«Kişinin birşeyi var değildir: çünkü kişi var değildir. Kişi sürekli kazanır ya da yitirir.»— Nietzsche

1. sürüngen

«sonsuzluk an(ı)lar toplamıdır.»

otobüslerin camlarından artakaldı yalnızlık uykularımdaki sırçalar. öpme, kanar dudakların. aşk, zamandan önce gelir, ve sürekli denk gelir gidişlerine. mavi’den çaldıklarımızı pay ediyorum şehrimde — denize fazlaydı, gökyüzüne fazlaydı, bize fazlaydı…

martısız vapurlarda yolculuk ediyoruz şimdi, senden bahar eksilmiş. sarhoşluğumdan kalma sözlerimi örterken gece, galata köprüsü’nde gözlerin açılıyor. hiç birlikte uzattık mı ayaklarımızı denize?