sayı: beş

söyleşi: oruç aruoba

Vedat Kamer tarafından Çar, 07/02/2007 - 01:20 tarihinde gönderildi

Kuzey Yıldızı: Toplumumuz genellikle felsefeyi yadsıyan, ona dudak büken bir tutum içinde, felsefe ile delilik arasında bağlantılar kuruluyor. Sizce bu neden kaynaklanıyor? Gerçekten de felsefe ile delilik arasında bir yakınlık var mıdır?
Oruç Aruoba: Türkçe’de «deli saçması» diye birşey vardır — gerçekten de felsefi düşünceler, uzaktan bakınca, deli saçması gibi gözükür. Toplum, sağlıklı, aklı başında bireyler topluluğuysa, bunun içinde felsefeyle uğraşmak, gönüllü olarak tımarhaneye girmek gibi birşeydir. Öte yandan, felsefe yapmak, insan beynini hiç de alışık olmadığı bir yönde pek fazla zorlar; bu yüzden, bir noktada sigortası atabilir beynin. Felsefe tarihinde sahiden çıldırmış epey düşünür vardır; zihinsel bunalım geçirmemiş düşünür ise yok gibidir.

KY: Sizce felsefenin günümüzdeki yeri nedir?
OA: Felsefenin hiçbir ‹gün’de ‹yer’i yoktur — yersizdir felsefe. İşlevi ne olmalıdır, anlamında soruyorsan; insanların kafalarını karıştırmak. Ama bu hep böyleydi; bizim ‹gün’ümüzün bir özelliği değil; çünkü insanlar —hani şu sağlıklı toplum— hep yeniden kendine sahte düzenlilikler kurar; felsefenin işi de bu düzenlere çomak sokmaktır — koyunu sürüden çıkmağa ayartmak…

insancıklar - burcu deneri

Vedat Kamer tarafından Sa, 06/02/2007 - 10:16 tarihinde gönderildi

küskün değilim size ademin çocukları.
hansel ve gretelin masalındaydık sadece,
sizler pastadan evimi kemirdiniz.
usulca sokulup tüm iştahınızla,
masumiyeti kirlettiniz.
usulca gülüyorum şimdi!
kazanımda kaynatıp, size dair tüm heveslerimi.
içimin ateşiyle körüklüyorum,
gözyaşlarımın şiddetini.

müjde - ibrahim berber

Vedat Kamer tarafından Sa, 06/02/2007 - 10:15 tarihinde gönderildi

Dışarıda kurtlar kuşlar uyudu,
Gece ki, zifiri katran bir gece,
Gece ki, bilmiyor sana sevdamı,
Asılıp duruyor kirpiklerime,
Aklım gözlerime uyuma diyor,
Gözlerim cevapsız dalıp gidiyor,
Sözde yollardasın, sen geliyorsun…

Nihayet hasretin baskın çıkıyor,
Sabahı sevinçle selamlıyorum,
Elimde bir kitap, çay demliyorum,
Radyoda hafif bir müzik çalıyor,
Dalıp gidiyorum eski günlere,
O günler ne kadar güzel günlerdi,
Nasıl sevdiğimi sen biliyorsun…

Nicedir unuttum gamı, tasayı,
İçim ürperiyor, seviniyorum,

yağmur

Vedat Kamer tarafından Sa, 06/02/2007 - 10:14 tarihinde gönderildi

Arzu Çur:
Taze ekmek. İnceden mayalanma izlenimi. Kabarık minderler, temiz örtüler. Pufla yatak: Yünlü. Bol kabartılmış. Yazdan kabartılmış o. Yağmura kalmadan. Güneş içini ısıtmış. Elinde yaya benzeyen zanaatkârlık asası. Ustaya evde yapılmış limonata sunulmuş. Yanında bisküvi. Hafif bayat, yumuşamış, daha lezzetli. Ağzına dantel örtü geçirilmiş reçel kavanozunda saklanmış. Fabrika yapımı tadına ev kokusu sindirilmiş. Böylece. O bisküvilerin attarın boğazına gitmemiş kardeşleri, daha sonra üç kez daha yumuşar. Bir. Çaydanlığın tiz fısıltısıyla. İki. Yağmur tıpırdayışıyla. Üç. Çaya banılarak: üç kere yumuşama. Geçiş hali.

Yağmur. Dolu, kar, su buharı değil. Suyun su hali. Düz hali. Kendi halinde.

Bedenlerin başları pencereye taşıması içgüdü. Yağmurda. İki iş yaparım. Ondan kaçarım. Ona bakarım.

kalbimin son gözağrısı - arzu çur

Vedat Kamer tarafından Sa, 06/02/2007 - 10:11 tarihinde gönderildi

sarı gözbebeklerindeki görkem
güneşle yarışır güneş batarken
esmer teninde boylam başlar
kalbinde biter enlem

geç vakitlerdir çağırır seni
saçların ilkçağ hatırası
buzul gözlü sevgilim, gölgem
kalbimin yıldız alacası

gece biter gündüz başlar
gündüzle gitmeler başlar
bilirim kalmak istersin ama
gitmektir alnının yazısı

güneş göğünün ortasında ışısın
kuşlar geçsin parmak diplerinden
kalmadan gitmeler kalbime köprü
yolcular geçsin diye üzerinden

bir haziran umudu ve ağustos çöküntüsü - fatih özcan

Vedat Kamer tarafından Sa, 06/02/2007 - 10:08 tarihinde gönderildi

Ben ellerini düşlerken dingin bir deniz gibi
ellerimde
ve seyrederken
sis saçlarında sessiz bir ormanı

bugün de ağlayarak döndüm
gözlerinden
çünkü bir düşken
o yağmurlu haziran kadar seni gördüğüm ilk
ve gözlerin o dalgalı kıyı kadar masumken

şimdi bir yabancısın
utancım, kahrım ve firarım kadar
seni her görüşte boğazıma akan acı zehir
kollarında kaybolduğum bu şehir
ve ağustos böceklerinin ötüşüne inat
sessiz direnişin kadar

şimdi dönemecinde vazgeçmelerin
sensizliğin uçurum akşamlarında
şu asi yüreğime

pusula - vedat kamer

Vedat Kamer tarafından Pt, 05/02/2007 - 23:27 tarihinde gönderildi

“Yaşamın en mutlu anlarında da aynı güçle acıyı duymadım mı. Ve acıların ötesinde bir beklenti vardı: Kendi dünyamın beklentisi. Kendi odamda içebileceğim sabah çayının beklentisi. Sinir hastanelerinin kantinlerinde, teneke çayı, kendi odamda içmek istiyordum. Kimse senin kadar güzel, hiç kimse senin kadar canlı gitmedi ölüme.” – Tezer Özlü

yağmur: Yağmur yağıyordu, geldin. Yağmur seni getirdi bana. İlk başta anlamadım, oysa sen güvenmediğin her sözcüğün yerine bir şeyler ekliyordun elinle. Ellerini seyrettim, seni seyrettim. Sonra bir vakit köprüaltındaydık. Birazdan gidecektin, sana sarılmayı düşündüm. Sen benim düşündüğümü yaptın. Kimse bana bu kadar sıkı sarılmamıştı. Daha sonra kalktık. Köprüüstünde yürüyorduk. Ellerini, ellerimin içine aldım; yorulmuşlardı. Acılarına saygı duyuyordum ve seni yağmura bıraktım. Gittin.
Şimdi yağmur tane tane yağıyor. Sen yağıyorsun. O ufacık damlalara sarılamadıkça kahroluyor içim.