zafer yalçınpınar

kara mıh kilit alesta - zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Per, 15/02/2007 - 00:06 tarihinde gönderildi

dünyanın tüm nöbetçilerine

1.

bir uykunun nöbetini tutuyordu
seyyar ve açılır ve kapanır
geceye doğru
kara mıh kilit alesta!

2.

sırası değildi birdendi «birden»
aklı durdu bir akarsuyun kesik
tek başımıza iki kişiydik
gökyüzünün gözleri kapandı
ayla ayın etrafını sardı

Metroloji¹ - zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 21:51 tarihinde gönderildi

Tuvalin sol üst köşesinden sayfanın ortalarına doğru, yumuşak kıvrımlı ve incelikli siyah bir çizgi uzuyor. Kes. Şimdi, sağ üst köşeye doğru, bu sefer aşağıdan yukarı, daha temkinli, ancak kıvrımları daha sert, uzuyor, köşeye ulaşmadan. Kes. Fırçayı değiştiriyor. Daha kalın uçlu bir fırça alıyor eline. Siyaha çok yakın bir bordo. Sayfanın ortasına doğru kararlı ve sert bir geri dönüş, sıkılgan, ortanın biraz daha aşağısında. Kes. Bekliyor. Vazgeçti. Kısa ama yumuşak dönüşlerle sayfanın ortasını işliyor. Soldan sağa doğru bir figüre dönüştürmeye çalışıyor her şeyi, çizgilerle birleştiriyor, kıvrak ama akıllıca bir uzanış, diyelim ki bir sosyalleşme belirtisi. Şimdi ekliyor, sağdan sola doğru bir işlek daha, “tuşe”; sıra ayaklarda, evet, ayaklar, kaymalı, hayat kaygan… Diyelim ki dans ediyor. Öyle olsun. Kes. Köşelerden figürün ağırlık noktasına doğru uzanan çizgiler, gene siyah, biraz daha hoyrat ama coşkulu kıvrımlar, daha ince bir fırçayla. Şimdi tek tük dokunuşlar, bir “son görev”… Sakinleşiyor. Müzik setini açıyor, Latince bir şeyler, bir de müzik eşliğinde süzüyor tabloyu. Karar veriyor.

iki kişilik ada çarpıntısı - zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 17:46 tarihinde gönderildi

Bir adam bir ağa sarınıyor bir kadının. Bir bulut caz yürüyüşü yapıyor. Bir taşı yırtıyor bir adamın öfkesi. Bir ağaç sağa yatıyor, meyveleri toplanmamış. Bir yük gemisi denizi taşımaya kalkıyor cahil cesaretiyle. Kambur bir kadın gökyüzünü hatırlamaya çalışıyor.

1.

bir dağın sırtını sıvazlıyor rüzgâr
güneş işliyor kayıtsız bir terzi gibi usta

bir adam bir kadını yanlış anlıyor, doğru

adam kadını doğru anladığını biliyor, yanlış

bir soru işareti yerini ünleme bırakıyor

«geceler» diye bağırıyor kadın aşağıdan yukarı siyah bir yelken

yalım - söyleyen: zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 08:03 tarihinde gönderildi

1. ateşten
yüzü keskin yüzü
ikiye böldü geceyi

Sonra, «sonra yoktur» dedi

2. yan yana yan
Hep birlikte bağırdık
«ateş akışkandır»

3. bekleyen
«tut beni» dedi bir başkası
tutamadım, ateş yalnızdır.

4. aradaki
«Birleştirmek istiyorum» dedi
geceyi

hangisi? - zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 23:05 tarihinde gönderildi

«Fazla gevezelik etmeyeceğim; olup biteni, olduğu ve bittiği gibi anlatacağım.»

Adadaki evimizin her zaman için tamire muhtaç bir tarafları olmuştur. Bu evi, dedem ve büyük amcam kendi elleriyle yapmışlar. Dedem marangoz, amcam da kalıp ustasıymış. Ev inşa edilirken babam sekiz yaşındaymış ve onlara «getir götür» işlerinde yardım edermiş. Bazen de küçücük eline çekici alıp, bükülmüş çıkma çivilerini düzeltirmiş. Artık amcam da dedem de toprağın altındalar ama bu ev hâlâ ayakta duruyor.
Yapan ölüyor, yapılan devam ediyor.

pusula - vedat kamer, zafer yalçınpınar, özgür macit

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 01:06 tarihinde gönderildi

       110.
       Kişi yaşamının anlamını hep dolaylı yollardan kavrayabilir ancak — örneğin, kendisi için çok önemli bir yaşantının yeniden canlanması sırasında, o yaşantının kendisinde kalmış anısı üzerinde düşünürken, o yaşantıyı paylaştığı —onu kendisi ile birlikte yaşamış— o kişinin kendi anısının nasıl olabileceğini kurar — ve anlar ki, bu anının içeriği kendininkinden herzaman farklı, bambaşka olacaktır; kendisi bunun nasıl birşey olabileceğini de hiçbirzaman bilemeyecektir; ya, bir içerik kestirebilse bile, bundan hiçbirzaman emin olamayacaktır; ya da, ne kestirse kestirsin, en ucunda, öteki kişi, belki de o ortak yaşantıdan hiçbir anlam içeriği edinmemiş, hatta, onun anısını hiç tutmamıştır, zaten; kişinin de, artık, bunun öyle olup olmadığını öğrenme (örneğin o kişiye sorma) yolları da kapanmıştır: yani, kişi, ne düşünmeğe çalışırsa çalışsın, hep bir kurmaca, giderek, bir uydurmaca olup çıkacaktır düşündükleri —
        — hep kurmaca ve uydurmacaya varır, üzerinde düşündükçe, anlamı, yaşamının, kişi…

Oruç Aruoba, olmayalı, Metis Yayınları, Eylül 2003, s. 118-119

 

I / vk

«cümleleri çoğul kuramadığımız yerde yalnızlık var.» — gp

geceyarısı / gecenin on ikiye mahcubiyetinde yalnızlıklar gizlidir. iki kişiyi böler dün ve bugün. suya benzer suskunluklar üretir gökyüzü.

«sessizlik sensin geceleri» — ezginin günlüğü

saat dört / suskunluğuna uykular icat eden küflü yanım, bu şehrin sensizliği. hep yüzüne bakamayışım, dokunamayışım, kesilmiş ellerim… morfinli martı çığlıkları biriktiriyorum sabahlarıma. yağmur sonu gözlerinde kayboluyorum. biliyorum, ilk gözyaşınla kovulacağım senden. beni böylesine yavaş öldürme, yalvarırım.

narziss ya da goldmund - zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 00:06 tarihinde gönderildi

İnsan ruhuna veya davranışına yönelik bir kavramın tarih içerisindeki eğilimleri incelendiğinde birçok karşıtlığa rastlayabileceğimiz gerçeği kabul edilmelidir. Felsefe veya psikoloji disiplinlerinden birine konu olan ve üzerinde yüzyıllardır tartışılan tek kelimelik bir kavramın, bir yığın karşıtlıkla veya kendi içinde çelişki ihtiva etmeyen değişik önermelerle dallanıp budaklandığını görebiliyoruz. Herhangi bir kavrama ait bu karşıtlıkların üzerine gitmek, sorgulama zincirleri yardımıyla yaşamın temelini oluşturan birçok olayın haritasını çizmek ve karanlıkta kalmış sonsuz büyüklükteki tek bir gerçeğe, tek bir anlama ait alt kümeleri tanımlamak uğraşısından başka bir şey değildir.
1946 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne sahip olan Alman yazar ve düşünür Hermann Hesse, «Narziss ve Goldmund» adlı romanında «erdem» kavramına ulaşmak adına ruhun kendi içerisinde yarattığı karşıtlıklardan birini ortaya koymuştur. Hesse, diğer eserlerinde olduğu gibi insan ruhu gerçeğinin alt kümelerine yönelmiş, bir ayrım belirlemiş ve insan ruhunun tanrıcı us ile kontrolsüz eros arasında süregelen çarpışmasını romandaki iki ana karakter yardımıyla sorgulamıştır.

tonio kröger ve sanatçının konumu - zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 22:53 tarihinde gönderildi

1929 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Alman yazar Thomas Mann, 1903 yılında yazdığı «Tonio Kröger» adlı «Novella»sında sanatçının yaşadığı çevredeki konumunu ve toplumdaki yerini sorgulamaktadır. Yazar, eserin genelinde bu sorgulamayı ya da hesaplaşmayı sürdürürken, sanatla uğraşan insanın temel özelliklerini, bunalımlarını, çelişkilerini, kendi yapısı hakkındaki arayışlarını ve bu arayışlar sonucunda elde ettiği bulguları içtenlikli bir dille okura sunmuştur.
Thomas Mann, insanın sanata olan eğiliminin, olaylar ile diğer insanlar karşısındaki konumunun bir varoluş sorunu olduğunu düşünmektedir. Sanatçı, doğumundan itibaren diğer insanlardan farklı duygulanımları yaşamak üzere var olmuştur; eğer sanatçılar için bir «oluşum süreci» söz konusuysa, bu da varoluşunda gizlenen acı verici ayrıcalıkları fark etmesinin sürecidir. Thomas Mann, eserinde Tonio Kröger’in çocukluğundan ve olgunluk döneminden bazı sahneleri işlerken bahsettiğim farkına varma ya da sorgulama sürecini vurgulamış, Tonio Kröger’in diğer insanlarla ve içinde bulunduğu burjuva çevresiyle olan ilişkilerinde iplerin nasıl gerildiğini, yalnızlığın, ayrıklığın, çatlaklarla dolu sanatçı ruhunun bir insanı nasıl soluksuz bırakabileceğini anlatmak istemiştir.

pusula - vedat kamer & zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 01:22 tarihinde gönderildi

İki dizelik bir hayat… Sözcüklerin halesini yitirmiş şair vapurda yalnız yolculuk yapmayı seviyor. İnkılap vapurunu Karaköy İskelesi’ne yanaşmış görünce, kardeşine rastlamış gibi seviniyor. Akbilini cebinden çıkarıp, hızla turnikeden geçiyor. Vapurun ikinci katına çıkıp kıç tarafının sonundaki üçlü koltuğun ortasına oturuyor; ilk dizesini sağ koltuğa, son dizesini sol koltuğa oturtuyor, ayaklarını da demire uzatıyor. Kadıköy’ün sarhoş bulutlarının neden 23 mart gününün orta saatlerinde kar bıraktığını merak ediyor belki…

söyleşi: vecdi çıracıoğlu

Vedat Kamer tarafından Per, 08/02/2007 - 11:20 tarihinde gönderildi

<img align=»right» style=margin-left:10px» src=»/sites/default/files/styles/medium/public/images/ky07_06_gulenayc.jpg» />KY: «Faretin» adlı öykünüzde içki masalarına konuk olan bir farenin hikâyesini anlatıyorsunuz. Öykünün içerisinde ilerlediğimizde Faretin’in güçsüz ve yoksun bir insan karakterini simgelediğini hissediyoruz. Bu saklı karakterden ve onun niteliklerinden bahseder misiniz?
: Faretin, gerçek bir fare. Adını öyle koyduk ve öyküde olduğu gibi kıyı insanlarının arasında o da yerini bir şekilde aldı. Günlerce bir arada yaşandı ve bir gün kendi içgüdüsüne dayanamayarak yaptığı haşarılığın sonucunda hayatından oldu. Öyküyü kurgularken onun fare mi yoksa bir insan mı olduğu konusunda okuyanı tereddüt içinde bırakacak izlenimler vermeye çalıştım. İnsan, her ne kadar yeryüzünün en gelişmiş varlığı olsa da bazı durumlarda güçsüz ve yoksun kalıyor. Örnek istersen, 1999’da yaşadığımız deprem ve kendini dünyanın jandarması sanan Amerika’da İkiz Kuleler’in başına gelenler. Bu doğal ve sosyal olaylar karşısında güçsüz ve biçare insanoğlu, tek başına kalıp da yaşama bir planör örneği pike yaptığında, dünyanın en zeki hayvanlarından biri olmasına karşın, arada bir, bir fare kadar da güçsüzleşecektir.
Faretin bitirmekte olduğum romanımın kahramanı. Akut paranoyak, izlendiğini düşünen –evde kalmış!– bir şair ve yazar. Ruhsal sorunları olduğundan zaman zaman kişiliğinde başkalaşım geçiriyor. O, bir çokpaltolu…