1929 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Alman yazar Thomas Mann, 1903 yılında yazdığı «Tonio Kröger» adlı «Novella»sında sanatçının yaşadığı çevredeki konumunu ve toplumdaki yerini sorgulamaktadır. Yazar, eserin genelinde bu sorgulamayı ya da hesaplaşmayı sürdürürken, sanatla uğraşan insanın temel özelliklerini, bunalımlarını, çelişkilerini, kendi yapısı hakkındaki arayışlarını ve bu arayışlar sonucunda elde ettiği bulguları içtenlikli bir dille okura sunmuştur.
Thomas Mann, insanın sanata olan eğiliminin, olaylar ile diğer insanlar karşısındaki konumunun bir varoluş sorunu olduğunu düşünmektedir. Sanatçı, doğumundan itibaren diğer insanlardan farklı duygulanımları yaşamak üzere var olmuştur; eğer sanatçılar için bir «oluşum süreci» söz konusuysa, bu da varoluşunda gizlenen acı verici ayrıcalıkları fark etmesinin sürecidir. Thomas Mann, eserinde Tonio Kröger’in çocukluğundan ve olgunluk döneminden bazı sahneleri işlerken bahsettiğim farkına varma ya da sorgulama sürecini vurgulamış, Tonio Kröger’in diğer insanlarla ve içinde bulunduğu burjuva çevresiyle olan ilişkilerinde iplerin nasıl gerildiğini, yalnızlığın, ayrıklığın, çatlaklarla dolu sanatçı ruhunun bir insanı nasıl soluksuz bırakabileceğini anlatmak istemiştir.
Kitabın birinci ve ikinci bölümlerinde Tonio Kröger’in çocukluğundan sahneler bulunmaktadır. İlk bölümde Tonio’nun en yakın arkadaşı Hans Hansen ile olan bağlantısı anlatılmıştır. «Diğer» çocuklar dans ve binicilik dersleri alıp bu konular üzerine yoğunlaşırken, Tonio Kröger, romanlar okuyor, roman karakterlerini ve onların davranışlarını düşünüyordur. Ayrıca bir şiir defteri tutmaktadır. Hans Hansen de «diğer» çocukların uğraşılarıyla ilgilenmektedir; ancak Hans, Tonio Kröger’deki bir üstünlüğün, «zor şeyleri dile getirmedeki becerisinin» farkındadır ve Tonio’ya saygı duymaktadır. Tonio, diğer çocukların sıradan ve popüler uğraşlarına olan uzaklığının bilincine varmaya, bu farklılıklar üzerinde düşünmeye başlamıştır. Ve tabii ki ilk acılar gelmiştir; Tonio Kröger kendini sorgulamaktadır:
»(…) Başıboş, dikbaşlı, başkalarının kafa yormadığı şeylere kafa yoruyor olmam yeter de artar bile. Bunları öpücükler ve müzikle geçiştirecek yerde beni azarlayıp cezalandırmaları yerinde bir davranış. (…) Neden ben böyle farklı, herkese ters düşen biriyim, öğretmenlerimle neden anlaşmazlık içinde ve öbür oğlanlara yabancıyım?»
Eserin ikinci bölümü Tonio Kröger’in İngeborg Holm adlı güzel kıza karşı hissettiği yoğun duyguların anlatımı ile başlar. Tonio aşkın diğer «uzaklıklar»dan çok daha keskin bir sızıya sebep olduğunu fark etmiştir. Bu bölümde yer alan «dans dersi» sahnesinde, Tonio’nun yaptığı yanlışlar ve beceriksizlikler karşısında diğer çocuklar ile İnge’nin kahkahalarla gülmesi, dans öğretmeninin kendisiyle dalga geçmesi Tonio’yu geri dönüşü olmayan pasif öfkelere yöneltmiş ve içinde bulunduğu çevreye yabancılaşması, o çevreyi yadırgaması daha keskin bir noktaya gelmiştir. Tonio, tüm bu acı verici olaylara karşılık olarak edebiyata tutunmaya çalışmıştır:
«Zaman gelecek, gülenlerin gülmesi son bulacaktı! Şiiri yayımlanamadan kapanmış da olsa kısa süre önce bir dergi, şiirlerinden birini kabul etmemiş miydi? Ün kazanacağı, yazdığı her şeyin basılacağı gün gelecek, bunun İnge Holm’u etkileyip etkilemeyeceği o zaman görülecekti… Hayır, hayır – hiçbir etkisi olmayacaktı!»
Kitabın üçüncü bölümünde Tonio Kröger’in olgunluk çağına geçiş dönemi özetlenmiştir. Yetişkinliğinde «gerçek» bir sanatçı olmuş, sanat dünyasının ve çevrelerinin dolambaçlı yollarına girmiştir. Ne yazık ki, bu çevrede karşılaştığı tavırlar ve geçerli olan «sanatçı tanımları» Tonio Kröger’in beklentilerine uygun değildir. Tonio, gerçeklerin ve sıradanlığın karşısına bir yaratıcı olarak dikilmenin, yani sanatın, büyük acılara doymakla doğru orantılı olduğunu, kimliğinin kendi yaratılarının altında ezildiğini ve yok olmaya başladığını fark etmiştir:
«Yaşamak için çalışan biri gibi değil, tam tersine yaşayan bir insan olarak kendine hiçbir değer tanımayan, yalnızca yaratıcı olarak dikkati çekmek isteyen, bu yüzden de arta kalan zamanlarında solgun ve gösterişsiz bir şey, oynayacak rolü olmadığında hiçleşen, makyajını silmiş bir oyuncu gibi ortalıkta gezinen biri olarak yaşıyordu. Suskun, dışarıya kapalı, göze görünmez biri olarak, yeteneklerini sadece bir süs gibi taşıyanlara sonsuz bir küçümsemeyle bakarak, çalışıyordu. Bu küçük insanlar (…) her şeyden önce mutlu, sevimli birer sanatçı tavrıyla yaşamaya önem veriyorlar, iyi eserlerin ancak korkunç bir hayatın baskısı altında ortaya çıktığını, (…) tam anlamıyla bir yaratıcı olabilmek için ölmüş olmak gerektiğini bilmiyorlardı.»
Dördüncü bölüm, eserde işlenen konunun «ağırlık noktası»dır. Thomas Mann «gerçek» sanatçının, sanat üzerine yaptığı sorgulamaların en ilginç olanlarını, dipsiz çelişkilerini okura sunmuştur. Bu bölümde Tonio Kröger, Lisaweta İwanowna adlı ressam arkadaşına yaptığı ziyarette edebiyatla ve sanatla olan hesaplaşmasını, içebakışlarının özünde bulunan çıkarımları ve sanatın sanılanın aksine zevk verici bir şey olmadığını dile getirmektedir. Ayrıca, Thomas Mann, bir edebiyatçının sözcüklerin anlamları ve yapısıyla olan uğraşısının ne kadar tehlikeli olduğunu ve bu durumun yol açtığı belirsizlik sorununu eserinin bu bölümünde özellikle vurgulamıştır:
‘Gelmemeliydim.› dedi.
‘Neden gelmemeliydiniz, Tonio Kröger?›
‘İşimden kalkıyorum Lisaweta, bir de bakıyorum kafamın içi şu tuvalin üstü gibi. Bir iskelet; soluk, çizile bozula kirlenmiş bir taslak, bir de birkaç renk lekesi, evet – sonra buraya geliyorum, aynı şeyi görüyorum. Çelişkiyi de karşıtlığı da burada yeniden buluyorum›— dedi, havayı kokladı —‘Evde bana acılar çektiren şeyin aynısı…›
(…)
«Meslek» deyip durmayınız Lisaweta İwanowna! Edebiyat kesinlikle bir meslek değil, bir lanettir — bilmiş olasınız. İlk olarak ne zaman kendini gösterir bu lanet? Erken, korkunç derecede erken. Daha Tanrı’yla, dünyayla esenlik ve uyum içinde yaşamanız gereken bir zamanda. Mimlenmiş olduğunuzu, ötekilerle, sıradan, aklı başında insanlarla bilinmez bir karşıtlık içinde bulunduğunuzu hissetmeye başlıyorsunuz, sizi onlardan ayıran sırıtkanlık, inançsızlık, zıtlık, bilinç, duygu uçurumu gitgide daha çok derinleşiyor, yalnız kalıyorsunuz ve o andan başlayarak iletişim kalmıyor artık!»
Lisaweta konuşmanın sonunda Tonio’nun sıkıntılarının sebebinin toplumsal konumundaki belirsizlikler olduğunu belirtir ve Tonio’yu «Yolunu şaşırmış bir burjuva» olarak tanımlar. Bu söylem Tonio’nun toplumsal konumunu tekrardan sorgulamasına ve doğduğu topraklara doğru bir yolculuk yapmasına sebep olacaktır. Sanatçının kendi geçmişine yönelmesi kimlik arayışının sonucudur. Eserin altıncı bölümü Tonio’nun yaşadığı kimlik çatışmasını sembolize etmektedir. Bu bölümde Tonio’nun doğduğu topraklarda yaşadığı olaylar, eski evinin değişimi ve otelde gelişen tartışmalar Tonio’nun ya da sanatçının kimlik bunalımını sergilemekte ve eserin kurgusuna büyük ölçüde destek olmaktadır.
Eserin final sahnesi oldukça etkileyicidir. Bu sahnede Thomas Mann, sanatçının her türlü çevrenin ve topluluğun «dışında» var olduğunu, sanat insanının olayları veya gelişmeleri büyük bir kayıtsızlık içinde izlediğini okura iletmiştir. Hans Hansen ve İngeborg Holm evlenmişlerdir ve Tonio Kröger bu çiftin katıldığı baloyu, «dışarı»dan, bir pencereden izlemektedir. Bu noktada, Thomas Mann, Tonio Kröger’in tüm olayların -hatta yaşamın- «dışında» kalmasını; sanatçının sıradan yaşamdaki edilginliğini, uyum göstermekteki zorluğunu ve bir yaratıcı olarak katlanmak zorunda olduğu sancıları ortaya koymak için kullanmıştır. Sanat insanının benliğinde oluşan «iç-hesaplaşma» Tonio’nun ağzından şu şekilde ifade edilmektedir:
«Sen Hans Hansen, bana bahçe kapısının orada verdiğin sözü tutup Don Carlos’u okudun mu? Okuma sakın! Artık senden bunu istemiyorum… Yalnız olduğu için ağlayan kraldan sana ne? Işıklı gözlerini dizeler dolusu melankoliye dikerek karartma, düşlerle uyuşturma… Senin gibi olsam! Yeni baştan başlamak, senin gibi namuslu, şen ve basit, başı dik, düzenli, Tanrı’yla ve dünyayla barış içinde bir yetişkin olmak, (…) bilmenin ve yaratma acısının lanetinden sıyrılarak yaşamak, huzur verici bir sıradanlık içinde sevmek ve Tanrı’ya şükretmek!..»
Bilindiği gibi, bütün «gerçek» sanatçıların iç dünyasında göz ardı edilemeyecek kadar sıkıntı veren «hesaplaşmalar» bulunmaktadır. Topluma veya kendi çevresine olan yabancılığı, doğuşundan itibaren üzerine yapışan yalıtılmış farklılıklar ve çelişkilerin etrafında dönen davranışları bir sanatçının genel geçer yaşama olan uzaklığının en önemli sebepleri sayılabilir. Bu yazıyı, Tonio Kröger’in son bölümde yer alan sözleriyle sonuçlandırmanın yerinde olacağını düşünüyorum:
«İki dünya arasındayım, her ikisinde de rahat edemiyorum, bu yüzden işim zor. Siz sanatçılar benim bir burjuva olduğumu söylüyorsunuz, burjuvalarsa beni tutuklamaya kalkıştılar… Hangisi beni daha çok incitti bilemiyorum.»
26 Nisan 2003
- Yorum yazmak için giriş yapın ya da kayıt olun