“tabanımdaki çamur” - sevgi tamgüç

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 22:23 tarihinde gönderildi

«Çok özledim onu.» Yıllardır şiirleriyle tanıdığımız Aziz Kemal Hızıroğlu’nun ilk roman denemesi Tabanımdaki Çamur’un girişi böyle… Ölen kardeşi Aziz Çolak’ın anısına yazılmış; arka kapakta yazarın «yazmasaydım çıldırırdım» dediği bu naif roman denemesi, sevda örgülü.
Romanın başkahramanı Kerim, aylardır görmediği Bahriye’yi görmek ister. Ne var ki Bahriye eski işinden ayrılmış ve kimseye tam adres bırakmamıştır. Kerim’in onu bulmak için harcadığı çabalar sırasında kendi içindeki gel-gitleri, çatışmaları, kırgınlıkları günlüğü aracılığıyla yakalamaya başlarız. Kerim bir yandan Bahriye’yi çok özlerken, öte yandan onun donukluğuna, duyarsızlığına öfkelenir. Aslında öfkesi, Bahriye’nin, isteklerine yanıt vermeyişi ve onda doyum sağlayamamasıdır. Bahriye’ye tavrı hegemonyacıdır. (Bunu ilerki sayfalarda kendisi de itiraf edecektir.) Bahriye’nin paylaşmasını beklerken, kendisi onun gerçeklerine eğilmez. Yalnızca onu suçlar. Âdeta, koparıldığı anneyle yücelttiği kadın arasında bilinçaltında köprü kurmak ister ama istediği sonuca ulaşamayınca iç dünyasında huysuzlaşır, onu aynı anda suçlar ve yüceltir. Gerçeklerden kaçar. Bahriye’yi doğrudan doğruya aramak yerine, önce birlikte gittikleri yerleri dolaşır. Bu kararsızlığı da kendi kendine kızmasına neden olur.

Öfkesiyle, günlüğündeki söylemiyle Kerim’in oldukça duyarlı olduğunu görürüz. Ama erkek yanı onu sürekli kendini denetlemeye iter, yer yer kendisiyle «dalga geçer». Bu, kendisini aşırı sevmesini dizginlemek için kullandığı özdenetim yönteminin bir parçasıdır. (Gerçekten, Bahriye de günlüğünde buna değinir.) Ne var ki bu özdenetim ve duyarlılık, onun içindeki kaosu daha da artırır. Düşündeki karanlık, kirli oda ve kendisini öldürmeye gelenlerin arasında Bahriye’nin bulunması onun ruh halini çok güzel simgeler. Yaşadıkları, iç dünyasına birtakım korkuları da beraberinde getirir: Kerim karanlıktan korkar, yalnızlıktan korkar, yatağında cenin gibi kıvrılarak uyur (anne karnına geri dönüş isteği). Tabii ki bütün bunlar Kerim’in asosyal bir insan olduğu anlamına gelmez; tam tersine. Kerim devrimcidir; bakkal aracılığıyla «silahlı adamların» peşinde olduğunu öğrenir ve bir gün öldürüleceğini bilir gibidir. Mücadelesinden kaçmaz, çocuklara, fabrikadaki çaycı teyzeye kadar herkese karşı insancıldır, paylaşıcıdır ama Bahriye’den kaçmayı, ondan ayrılmayı düşünür. Bu düşüncesinde biraz da, onunla bir geleceği olmaması umutsuzluğu vardır.
İkinci gün, Bahriye’nin tuttuğu günlükten aktarılır. Burada karşımıza ilginç bir durum çıkmakta. İlk satırlarda onun Bahriye’nin günlüğü olduğunu anlamıyor, izleyen satırlarda farkına varıyoruz. Farklı günlükler olduğunu vurgulayan bir işaret (değişik yazı karakterleri, aynı tarih vb.) olmaması, sayfalar ilerledikçe günlüklerin dönüşümlü aktarılması, biri Kerim’inki (erkek), öteki Bahriye’ninki (kadın) olmasına karşılık, ikisi arasında dolaylı bir iç içeliği vurgular gibi.
Kerim’in ölesiye sevdiği Boşnak kızı, ağabeyi Samim’in devrimciliğiyle var olan, sıradan bir ailede yaşayan Bahriye’nin günlüğünde kendi hesabına, çapınca ayakta kalma çabalarını görüyoruz. Bu arada Bahriye’nin günlüğünün de Kerim’in kaleminden çıkmışçasına aynı biçemde olduğu gözümüze çarpıyor. Hatta kadın günlüğü olmasına karşın, yer yer Kerim’inkinden daha katı ve kuru; bunun Bahriye’nin kişiliğiyle ilgili olduğunu da pek sanmıyoruz, çünkü yeri geldiğinde kadınsı duyarlılığını da sergilediği sözcükler var. Bu biçem özgünlüğü akla, ister istemez, Bahriye’nin günlüğünün çift işlevli olduğunu getiriyor. Bir yanda Bahriye’nin kendi kişiliği, dışa vurmadığı duyguları, iç dünyası sergileniyor. Duyduğu yalnızlıksa, Kerim’in annesinin yalnızlığıyla karşılaştırılarak, anneyle özdeşlik kuruluyor. Öte yanda -özellikle Kerim’e olan olumsuz duygularını dile getirirken- Kerim’de, Kerim’in kendi içinde hoşlanmadığı yanlarını Bahriye’nin ağzından dolaylı yoldan sergiliyor. Hatta biraz daha cesur yorum yapacak olursak, Kerim’in kendisinde nefret ettiği, yok edemediği yanları Bahriye’ye yok ettirmeye çalıştığı izlenimine kapılabiliyoruz.
Ağlayan Bahriye’nin, başka bir pasajda, sonunda Kerim’i de ağlatması, Kerim’in bir düş görmesi ve kendi düşünde gördüğü eve benzer huzursuz edici bir evin Bahriye’nin düşünde de yer alması, buluşmaya gitmeyerek kendisini duygusal açıdan öldürtmesiyle, Kerim’in kendisiyle ilgili dile getiremediklerini Bahriye’nin günlüğüne serpiştirdiğini ya da başka bir anlatımla Bahriye’nin bir bölümünün kendisinden kaçmak istediği yanlarıyla Kerim olduğunu düşünüyoruz.
Bütün bu duygu yoğunluğu ve gel-gitler arasında yazar bu iki kahramanı olumsuzluklarıyla havada asılı bırakmıyor, alternatif olarak -aradığı karakterler- Oktay’ı ve Ümran’ı ortaya koyuyor; böylelikle okurun çözümsüzlük sentezine varmasını engelliyor. Yaşama, dostluğa, paylaşmaya dair düşüncelerini de şiir dolu bir felsefeyle serpiştiriyor. Sonuç olarak «her zaman umut var» iyimserliğini de satır aralarına yerleştiriyor.

Tabanımdaki Çamur, Aziz Kemal Hızıroğlu, Tümzamanlar Yayıncılık, Kasım 2001, 200 sayfa