sayı: on üç

maktûl - safa fersal

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 22:33 tarihinde gönderildi

ne güzel ölüyorum… yani alenen işliyorum bu suçu

«mermerin göğüslerini» emiyorum
serkeş kelimeler damlıyor hayalime

ama rüzgâra bırakıyorum»an»ı

                     allahça bir gülümseme
şeytani hınzırlık

el de var             (peçesi yırtılmış ışığın)
hüzün de

râm…

harcı dökülüyor sezgilerin
toynak tripler atıyor lûgatıma ateşin tayları

çeviri şiir: louis macneice - ersin engin

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 22:29 tarihinde gönderildi

KAYALIKTAKİ EV

İçerde keskin kokusu gaz lambasının. Dışarıda
Göz kırpan işaret denizin ıssızlığına.
İçerde rüzgârın sesi. Dışarıda rüzgâr.
İçerde kilitli kalp ve kayıp anahtar.

Dışarıda soğuk, boşluk, siren. İçerde
Acı çeken güçlü adam fark edip kızıl kanının soğuduğunu
Gürültüsü çoğalırken kör saatin, hızla. Dışarıda
Sessiz ay, hükmettiği geveze gelgitler.

temizlikçi kadınlar için ilmühaber - cengiz kılçer

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 22:25 tarihinde gönderildi

şimdi boyuna bir cenaze vardır benim sağ omzumda
Fatma –bana cennetten bir gül– temizliğe gittiği evin camlarını silerken
düşüp karıştığından beri eksik uçuşuna turnaların
ben Tebernuş şimdi boyuna bir cenaze vardır benim sağ omzumda
kül kadar ince ve yersizim şurada ve burada

şimdi boyuna bir cenaze vardır benim sağ omzumda
baksanız uzaktan sağ omzum düşüktür

Metroloji¹ - zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 21:51 tarihinde gönderildi

Tuvalin sol üst köşesinden sayfanın ortalarına doğru, yumuşak kıvrımlı ve incelikli siyah bir çizgi uzuyor. Kes. Şimdi, sağ üst köşeye doğru, bu sefer aşağıdan yukarı, daha temkinli, ancak kıvrımları daha sert, uzuyor, köşeye ulaşmadan. Kes. Fırçayı değiştiriyor. Daha kalın uçlu bir fırça alıyor eline. Siyaha çok yakın bir bordo. Sayfanın ortasına doğru kararlı ve sert bir geri dönüş, sıkılgan, ortanın biraz daha aşağısında. Kes. Bekliyor. Vazgeçti. Kısa ama yumuşak dönüşlerle sayfanın ortasını işliyor. Soldan sağa doğru bir figüre dönüştürmeye çalışıyor her şeyi, çizgilerle birleştiriyor, kıvrak ama akıllıca bir uzanış, diyelim ki bir sosyalleşme belirtisi. Şimdi ekliyor, sağdan sola doğru bir işlek daha, “tuşe”; sıra ayaklarda, evet, ayaklar, kaymalı, hayat kaygan… Diyelim ki dans ediyor. Öyle olsun. Kes. Köşelerden figürün ağırlık noktasına doğru uzanan çizgiler, gene siyah, biraz daha hoyrat ama coşkulu kıvrımlar, daha ince bir fırçayla. Şimdi tek tük dokunuşlar, bir “son görev”… Sakinleşiyor. Müzik setini açıyor, Latince bir şeyler, bir de müzik eşliğinde süzüyor tabloyu. Karar veriyor.

ikincil ruhla pis-duvar buluşmaları - özge dir

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 21:47 tarihinde gönderildi

on iki sandalyeli bir masayla, masanın gençliğinden konuşuyorduk.
on bir sandalye ve iki intihar büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyorlardı.

zamanın mücadelesi armağan etmişti bizi, birbirimize.
pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık.
ne söylesek ayıptı biraz söylemesi.

çıkrık sızısı - aziz kemâl hızıroğlu

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 21:40 tarihinde gönderildi

insan çıkışlı yolculuktur yalnızlık
uzaklığı pusatlanır odalar
eski koltuk ceviz masada mola
gitmelere yanaşmıyorsa öfke
kalıver gitsin

göç kırılınca turna kanadında
kırım rastlantıya yakın tutar kendini
koca kış küçücük kar tanesi
usun cehennemse yüreğe
yanıver gitsin

pusula - özgür macit & vedat kamer

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 21:38 tarihinde gönderildi
‘Şimdi-burada’ ­— işin aslı, hiçbirzaman böyle değildir; ‘şimdi’de de, ‘bura’da da —sanki, bir ‘dünya’nın saptanabilir belirgin ‘nokta’sında— değildir yaşam : çoktan geride kalmış, anı olarak durağanlaşmış; hem de, çoktan öteye geçmiş, ulaşılmak istenen ereklere doğru yürüyüp ilerlemiştir. Garip bir biçimde, ancak geldiği yer ile çıkacağı yol iyice belirsizleşince bilinçlendirir kişi ‘şimdi-burada’sını : artık orada olmayacağı belirginleştiğinde, ‘ora’sı da belirginleşmiştir. Örneğin, epey bir süre içinde bulunduğu, önemli —şiddetli, sevinçli, ağrılı— şeyler yaşadığı bir uzama, birgün, bakıp, “Burası öldü artık…”, dediğinde…
(Burada (!), “dünya” kavramına başvurunca, bir açımlama vermemiz gerekli hâle geliyor:-
Dünya, bir ‘çevre’, bir ‘yer’ (topos) ile onun içinde ‘yaşayan’ insanların yapıp-ettiklerinin ve ilişkilerinin toplamından (ethos) oluşmaz — bir insanın, bütün bunları da içeren bir yönelmeyle, yaşadıklarıyla ilgili düşüncelerini (anıları, gözlemleri, algıları…) kendi çevresinde toplamasıyla, oluşur: ister ‘gerçek’ anlamda, bütün bunları (o topos ile o ethosu; ‘bulunulan yer’ ile ‘yaşanılan yer’i) edimleriyle, eylemleriyle kurduğunda; ister de ‘tinsel’ anlamda, düşüncesinde ‘kurduğu’nda…
Dünya, her bakımdan, ancak kurulmakla varolur : ona yönelmiş, onu kurmağa çalışan bir çaba yoksa, dünya da yoktur, olamaz.
Çünkü dünya, ‘gerçek’ (‘somut’, ‘olgusal’, ‘maddi’, vb.) denilen niteliğine ulaşmak için de, önce ‘tinsel’ —düşünsel— olarak kurulmak zorundadır : kur/ul/mak…
‘Dünya’, kendi kendine oluşan (bit/en : physis) ‘doğa’ya karşılık, insanın oluşturduğu —tasarımlayarak kurduğu, bağlantılar kurarak yaptığı, ilişkiler kurarak varettiği— bütünse, bu, bir bütünleştirme ediminin ürünüdür; çünkü o oluşturulmuş ‘gerçeklik’ olarak bütünlenerek tek bir tamlıkla birliklileşmesi de, gene, bir tasarımlanmayı ve kurgulanmayı gerektirir.
Dünya, tek bir bakışla tek bir bütün olarak kurulabiliyorsa, vardır, olur — ‘gerçek’ olarak da, ‘düşünsel’ olarak da…)

***

‘Şimdi’ kavramında odaklaşıyor demek aslında, hic-nunc nitelemesi : “şimdi” diyebilen kişi zaten bir ‘yer’dedir — oysa tersi doğru değil : kişi gerçi, zaten, hep ‘bir yerde’dir; ama ancak kendi bilincine ulaştığı anlarda, “Buradayım” içeriğini kurar; ancak da o zaman (‘şimdi’), o ‘yer’de bulunmasının anlamını örten perde kalkar.
Böylece de, gene garip bir biçimde, ‘burada’(sı)nın bilincine ancak zaman içinde; çok sonra ulaşabilir kişi — ‘ora’dan çoktan uzaklaştıktan sonra…
Burada —yani, burada—, önemli olan anılardır — kişinin anımsayabildikleri : oysa, onları ‘orada’ — o, artık bulunmadığı ‘bura(lar)’da— yaşarken, yanılıyordur belki — belki, o zamanki ‘burada’sında bulunan öteki kişiler (işte, şimdi —artık, onlar, ‘orada’ değillerken), “öyle değildi ki”, diyebilirlerdi.

Oruç Aruoba, benlik, Metis Yayınları, Mayıs 2005, s. 27-30