kaybettim - gökçe polatoğlu
kaybettim!
- kaybettim - gökçe polatoğlu hakkında Devamını oku
 - Yorum yazmak için giriş yapın ya da kayıt olun
 
kaybettim!
mr. and mrs. brown mutlular mı cehennemin dibindeki yuvalarında? they’ve got two children! onlar bile… mr. and mrs. brown olmak bile daha iyi bir şey bu an için. ama yapabileceğim hiçbir şey yok. bekleyeceğim. dudaklarım erirken, içimde bir yerler daha eriyecek. geriye dönülemez ölüm adımları. içimden bir şeyler ölüp gidiyor ve engel olmak imkânsız! böyle olması lazım! neden? neden hep benim başıma gelmesi lazım? çok mu yanması gerekiyor canımın?
«In your room
Where time stands still
Or  moves at  your will
Will you let the morning come soon
Or will you leave me lying here
In your favourite darkness
Your favourite half- light
Your favourite consciousness
Your favourite slave.»
— Depeche Mode – In your room
I
uykusundan uyanmış ay 
semada yüzüyor 
yıldızların arasında
bir kelebeğin ömrü 
ay batana kadar sürer anca 
ya senle benim 
benimle senin 
—bizim— ömrümüz?
hiç dile geldi mi adım 
dudaklarının arasına 
sen unutsan bile 
ay yüzüyor gözlerinde
ben seyrediyorum 
ay yüzüyor 
kelebeğin biri 
ömrünün sonuna yaklaşıyor 
ay batıyor 
sen + ben = biz 
biz batıyoruz
Neler var ardında
Sabah yeli.
—Dolanırım, sadece kuş yürekleri.
Her gece
Aynı ağrıyla
Kayıyor bir yıldız.
Yaprak düşüyor,
Kalbimi tutuyorum.
Eylül: bir kadın?
Ey çalılar güzeli,
Şenlik ateşi
Ateşböceğinin.
Yoruyor
Düşünmek
Kayan yıldızın adını.
İki küçük çalı arası
Korkuyla yükselen
Ay.
Güneş
Bırakıyor gülüşünü
Üzerinde, taşın.
Uçuşup duruyor kelebek
Akşam oldu
Vaktim az.
Bir yanılsama mı?
Senin beyaz yüzün—
Suya dökülen çiçek.
Sessizlik…
Sessizliğin
Bekçisi
Kısafilm, dağların doruklarından, baharla birlikte eriyen kar sularının çağıltılı, okyanusa ulaşma coşkusudur. 
Kısafilmi böyle tanımlamak da aynı coşkunun yansıması olmalıdır, ki heyecan bir yaşam boyu sürsün. Gerçekte de öyledir, hayat sizi alır taşır kendi coşkusunun içine…
«Burjuvalar yüksek duvarlarla
Çevirmişler avlularını
Ama bir kiraz ağacı gördüm ki geçen gün
Dışarı uzatmıştı en çiçekli dalını»
Karanlık her yer, düşlerimdeki annem gibi. Ne babamı hatırlıyorum, ne de bahçeli, küçük evi. Bir dut ağacının gölgesindeki keyifsiz saatleri, bir de yüksek duvarlardan düştüğümde çıkan sesleri unutmuyorum. 
Karanlık her yer. 
Nedenlerini bilmiyorum. Upuzun bi dalga uyuyor önümde. Dokunamıyorum. Parmaklarımı açtıkça yüzüme vuruyor rüzgâr, yüzümü kapatamıyorum. Korkuyorum fırtınanın çığlıklarına kapılmaktan. 
Karanlık her yer. Annemi özlüyorum.
Zorla dersinin başına oturtulmuşçasına, 
gereklilik ve adımların köşe kapmaca oynar. 
Elma şekerine dahi doymuş bir çocukluğun var senin, 
görmediklerin var. 
Ege’nin öfkesine sığmış bir gençlik, 
sıfıra vuruşun en fazla. 
aklındadır hep eskitilmiş ülke, 
ne şaraplar ihraç edilir, içinde acısı. 
Dört gün, dört mevsimdir. 
Siyah-beyaz yaşantına renkli kalemleriyle, 
oynaya oynaya bir çizik atar doğa, 
bu oyuncağın afacanlıkta kırılacak ilk parçasısın. 
Legal gürültüleridir öksürükler gecelerinin,
Küçücük bir kan damlası düşünün bir mikroskobun lamında, tek gözünüzü kapayıp bakarsınız: binlerce renk, değişip duran küçük organizmalar. Her biri kendi içinde bir anlam taşır. Biri diğerine yapışıktır ve koptuğunda eski rengi değişir, başka bir şeye dönüşebilir, belki de yok olur, bilinmez!
çığlıklara ulaşır sesim boş bir sokakta yankılanıp  
seninle de dolaşmıştık bu sokağı  
bir çocuk gülüşünün masumiyetiyle  
hiç çekinmezdik o adımları atmaya  
gizil bir paylaşımdan alırdık cesaretimizi  
sokaklara çıkardık, sesimiz çığlıklara ulaşırdı 
çoğalırdık…
aynı sokakta sensiz yürüdüm bu sefer 
öyle çok oldum ki öyle çok!  
bir çoğul yalnızlık yaşadım, paylaşamadım  
senden uzakta, okyanusta bir kara parçasıydım 
durmaksızın vurdu kıyılarıma hasretin  
bu şehir yalımda bir damla su