bir çoşkudur kısafilm, aşkla üretilen... - korkut akın

Vedat Kamer tarafından Per, 14/09/2006 - 11:46 tarihinde gönderildi

Kısafilm, dağların doruklarından, baharla birlikte eriyen kar sularının çağıltılı, okyanusa ulaşma coşkusudur.
Kısafilmi böyle tanımlamak da aynı coşkunun yansıması olmalıdır, ki heyecan bir yaşam boyu sürsün. Gerçekte de öyledir, hayat sizi alır taşır kendi coşkusunun içine…

«Burjuvalar yüksek duvarlarla
Çevirmişler avlularını
Ama bir kiraz ağacı gördüm ki geçen gün
Dışarı uzatmıştı en çiçekli dalını»

Ataol Behramoğlu’nun bu dizeleri en iyi tanımıdır kısafilmin de kısafilmcinin de… Böylesine bir tanımın ardından tutup kısafilmi, kurmaca filmin (fiction) özeti olarak görmek yanlışına düşmemek gerekir. Bizde ağırlıklı olarak, özet film olarak tanımlanabilecek filmler izliyoruz kısafilm diye.
Uzun filmle kısafilmin arasındaki farkları saymak gerekir o zaman. Önce adından başlayalım: Sözlükler de içinde; kısafilm, iki sözcük olarak yazılır tüm kitaplarda; oysa kısafilm başlı başına bir türdür ve ‘kısa’lıkla hiçbir ilgisi yoktur. Zaten kısafilmi kısa yapan süresinden çok içinde barındırdığı coşku ve aşktır. Bağımsız oluşu, yapımcısının yalnızca kendi kararları doğrultusunda, kendince anlatması ve kuşkusuz kimseye kendini beğendirme gibi bir kaygısının olmamasıdır temelinde yatan. Çoğunlukla senaryosunu yazan kendi gücü ile doğru orantılı, olanakları ölçüsünde yapar, yönetir. Kimi zaman kendi çeker. Pek seyrek olarak profesyonel oyuncular rol alsalar da oyuncu kaprisi olmaz kısa filmde.
Ayzenştayn’ın «Potemkin Zırhlısı»nda aslan heykellerinin kükreyişi kurgusu, halkın katliama tepkisini anlatır. Çok bilinen bu örneği burada böyle anlatırken etkisini zayıflattığımı biliyorum. İşte kurgu bu! İlk dönem sinemacıların ses olanağını kullanamamaları onları simgesel anlatıma itmişti. Bu da bir başka kısafilm tanımı oldu…
Birden dalıp tecimsel değildir demek yerine edebiyat yapmaya sıvandım. Kurmaca, uzun film çeken yönetmeni sınırlayan birçok unsurun varlığına karşın kısafilm yapımcısının sınırları yoktur. Neyi, nasıl düşlemişse öyle çekmeye çalışır kısafilmci. Olanakların kısıtlı olması döndüremez onu yolundan. 80’li yıllarda yalnız ve sıkıntılı bir süreç geçirmek zorunda bırakılmıştım; elimden alınan özgürlüğümü kısafilm öyküleriyle giderdim. Daha sonra, arkadaşlarımın da önerisiyle uzun film senaryosuna dönüştürdüm. Koşullar izin vermeyince 90 dakika olarak tasarladığım senaryoyu 6 dakikaya kadar indirdim. Ülkenin üzerine inen 12 Eylül darbesini iki vagonun birbirine çarpmasıyla simgelemiştim. Gerçi onu da çekemedim; başka sorun.
»Işık artı zaman eşittir sinema» tanımı tüm yetersizliğini de içinde barındırarak kısafilm tanımıdır aynı zamanda. Bu tanım aslında sinema bir hayattır anlamındadır; her ne kadar yanlış anlaşılmış olsa da. Bir kısafilmci arkadaşımız, tek kare filmle katılmıştı bir yarışmaya. Hâlâ da tartışılır ortaya çıkanın film olup olmadığı. Ama, bilinmelidir ki, deneyselliği de barındırır içinde kısafilm.
Pelikül artı ışık artı kurgu tanımı daha bir doğru geliyor bana ya da yukarıda değindiğim gibi «dağların doruklarından denize ulaşmak için gürül gürül akan kar suları».

1983 yılında İFSAK Kısafilm Yarışması’nda Büyük Ödül kazanan «Voli» kısafilm tarihimizin dönüm noktasıdır. İFSAK’ta ilk –ve tek- büyük ödül kazanan 8 mm filmdir Voli. Egeli bir balıkçının 24 saati anlatılır, umudu ve yangını içinde barındıran. Rıza Baloğlu, Ömer Sabuncuoğlu ve Korkut Akın’ın ortak üretimi olan film afişi, broşürü, gazete ve dergilerde yoğun tanıtımı ile en çok izlenen kısafilm onurunu da yaşamıştır.
Televizyonların özelleşmesi ve kanalların çoğalmasıyla birlikte kısafilm, umulandan daha kötü bir dönem geçiriyor. 8 mm filmlerin yerini video aldı; görece çekim maliyetleri düştü; festivaller yapılıyor; ama gelişimi durdu.
Arzulanan yere gel(e)memesinin temel nedeni sanıyorum gençlerin desteklenmemesi. Önce okumalarını engelledik ardından hayata yabancılaştırmak için elden ne gelirse yaptık. Bağlı olarak, bir de sponsor bulunamaması ve gösterim olanağının güçlüğü de eklenince; sıçrama tahtası niteliğini de yitirdi. Eskiden –Sinan Çetin’den Ümit Ünal’a, Yeşim Ustaoğlu’ndan İsmail Güneş’e– bu tahtayı iyi kullananlar da oldu. Kısafilm coşkusunu yitirmeyen arkadaşlarımız da var, Oktay Güzeloğlu başta. Bir soruşturmaya kısafilmi uzunfilme tercih ederim yanıtını verdiysem de 6-7 filmden fazla çekemedim ben de.
Sinema bir sanayidir aynı zamanda. Bu nedenle diğer sanat dallarından ayrılır. Senaryo hazırlığı, oyuncu ve mekân seçimi, kamera ve ışık… yetmez! Film banyosunda, deyim yerindeyse, «Allah bile bilmez neler olduğunu,» Onun için üretimi sabır ister, ilgi ister, para ister; kuşkusuz önce aşk ister. İster el kamerasıyla ister ışığı ve set ekibiyle çekilsin her çalışma, içinde tecimsel kaygılar yoksa kısafilmdir ve bu ülkenin kültür zenginliğidir.