anlatı

ikincil ruhla pisuar buluşmaları – 3* - özge dirik

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 16:58 tarihinde gönderildi

[1]

Pişik olmuş armutların ağzıma düşmesi doyum vermedi bana. Eşşek kadar bir elma sayesinde oluşan başımdaki şişlikleri de dünyanın sırlarını kurcalamak için kullanmadım.
Garip buluşlarımla, insanların beyinlerine «bak, o öyle değilmiş» şeklinde bilgiler de sokmadım. İnsanlarla iletişim içinde olmanın en fazla onları dinliyormuş gibi görünmek olduğunu biliyorum. Göz göze geldiklerinde, onları doğrulamanız için karşısındakini yakalayan acı bakışlar çok tatmin ediyor beni.
Çocukluğum hayatımı şekillendiren yegâne zaman parçasıydı. Henüz altı yaşımda, birkaç acı olay yaşayıp, geri zekâlı arkadaşlarımın pek de doğal olmayan bir seleksiyon ile yok olması sonucu babamı ikna etmeye çalıştığımı hatırlıyorum bonibon’a tazminat davası açmayı. O da bön bön suratıma bakıp «avukat bi tanıdık bulmak lazım» demişti.

pusula - vedat kamer

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 16:20 tarihinde gönderildi
«Kelime, maddî olan duyulur şeyler dünyasına (mülk) ait olurken, anlam ise, tam manasıyla maddî olmayan ya da manevî olan dünyaya (melekût) ait olmaktadır. Her kelimenin gerisinde yatan geniş anlam alanı ile karşılaştırıldığında, kelime, önemsiz çok küçük bir noktadan başka bir şey değildir. Kelime, insan zihninin onun içinden geçerek sınırsız anlam dünyasına adım attığı dar bir kapıdan ibarettir. Ayrıca anlam, bir anlamda kendine ait bir hayatı bulunan bir şeydir. Onun hiçbir kararlılık ya da kesinliği yoktur. Anlam, kendisine işaret eden kelimeden gayet bağımsız bir şekilde, insan tecrübe ya da bilincinin derinlik derecesine göre şaşırtıcı bir esneklik içersinde bir bakıma kendi istek ve ahengine göre gelişen bir şeydir. Bu temel özelliklere sahip olan anlam, bir kelimenin hazır olan kalıbı içine doldurulur. Bir kimsenin, bu şekilde kullanılan kelimeyi sırf dışarıdan gözlemlemek suretiyle, o kelimeyle aktarılması amaçlanan anlamın derinlik ve genişliği hakkında yargıda bulunması neredeyse imkânsızdır. Bu husus, bir kelimenin kalıbı içine doldurulan anlamın derin bir mistik tecrübe tarafından desteklenmesi durumunda çok daha geçerli ve doğrudur. Böylece anlam ampirik olmayan bir mahiyet taşıdığı zaman, ona atıfta bulunmak için bir kelimenin kullanılması, zorunlu olarak çok-anlamlılığın uç noktasına kadar gidecektir.

Bu tür durumlarda kişi, işaret edilen anlama tam olarak nüfuz edebilmek için, işaret eden kelime karşısında çok hassas bir tavır takınmak zorundadır. Çünkü onun, burada, söz konusu kelimeyi, anlamın derinliklerine dalmak için bir sıçrama tahtası olarak kullanması gerekmektedir. Kişi, anlamı kelimeden anlamaya çalıştığı sürece onu elde etme ümidine asla sahip olamayacaktır. Bunun yerine, kişi, kelimeyle ilk karşılaşması ve onunla olan en küçük teması sırasında onu hemen orada bırakıp, doğrudan doğruya anlam alanına geçmelidir.»

— Toshihiko İzutsu

Toshihiko İZUTSU: «Yaratma ve Şeylerin Zamansız Nizâmı: İslâm Düşüncesi Üzerine Makaleler», Çev: Ramazan Ertürk, «Aynü’l-Kudât Hemedânî’nin Düşüncesinde ‹Mistisizm› ve ‹Çok-Anlamlılık› Dilsel Problemi» adlı makaleden 119 ve 120. sayfalar, Anka Yayınları, İstanbul, 2002

I

«ben» kurduğu dünyanın ne içinde ne de dışındadır: tam sınırda yer alır. şair sınırdayken, sadece kendisi düşündüğü zaman varolan önermeleriyle şiirini oluşturur. bu önermeler şairin bilgisine muhtaçtır. şiir de bundan dolayı anlamını ve değerini şairde bırakır. şair toplumsal değerleri bozarak oluşturduğu ürünlerinde, anlamı ile değeri yok ederek sonsuz bir bireyselliği başlatır, böylece biçim içeriği öldürür. içeriği, okur, zamanını ve mekânını vererek canlandırabilir, ama bu yitirişin kaynağı kendi ruhu olacaktır. eşyanın yerini alır şiir. bunu yaparken de ilk önce direnci olan sözcükleri, yani terimleri(/kavramları: yargı yoksa kavram da yoktur?), tasfiye eder.

kuzey yıldızı - özgür macit

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 15:39 tarihinde gönderildi

Yaşamaya mahkûmdur, ölmeyi hak etmeyenler.

 

Bu, zamanını kaybetmiş bir yazı.
Ve yarımdır, hiç âşık olmamış bir insan.

- Eskisi gibi kabuğuma çekilip, kendi başıma ağlayacağımı mı sanıyordun?
- …
Yağmur yağıyordu.
- Al şu şemsiyeyi de öyle git, dedin.
- Gerek yok, senin yürüyeceğin yol benden fazla.
- …
- Görüşürüz.
- Hızlı yürü, ıslanacaksın.
Düşündüm, ıslanıyordum.
- Kuru da sayılmam zaten.
Yağmur bu sefer, yerden göğe yağıyordu.

küçük defterler I - salih aydemir

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 15:35 tarihinde gönderildi

bana gelince; kim bu? diye sallandırdığım çılgın kostümler içindeki bedenim ürperdi: kim bu? hay allah her şey hâlâ yanlış; doğrular deli gibi dans ediyor öylesine… huysuzlaşan dilimin çizdiği şakalar uğruna aldatıyorum sakinleşen yüzümü… birbirine sarılmış sokaklar gibi gevşiyor gidip geldiğim kentler… seni severken, kendime dönüyorum…
beni yeniden uyandır yüzüne…

şaşkınlığın kederliliği içinde değişen ne varsa hatırlat… tehlikeli ve iyi olan sevindirecekse… beni uyandır…

en sevdiğim rengi söylemedim hâlâ - gökçe polatoğlu

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 15:32 tarihinde gönderildi

yeşil bir karamel poşeti çıktı defterimin arasından. içine sesimi koyup kapattım. sen duyma ve umutlanma diye. umut zehirli… kaldırım serçesi çalındı kulağıma. ben o değildim. ben hiç üçüncü şahıs olmadım zaten.

şimdi uzak yollara giderken yine yanımda sen var. o değil. ben onu aldım hep, sen yaptım. sen şimdi oysan, al eline kalemi defteri. üzülme hiç. kırmızı ile başla yazdığın şiirlere benim için. sadece küçük defterlere yaz. onlar gibi. öyküye kaçma. bana kaçma. as time goes by. illaki saklanman gerekiyorsa kendi içine saklan. nefesini tut, ellerini kavuştur birbirine. beni tutma. tutama. çünkü utancından elleriyle yüzünü kapatan küçük bir kız çocuğuyum hâlâ. kapılarını yüzüne kapatan. kırmızı tebeşirlerle sek sek çiziyorum sokaklara. tutamazsın. o yüzden bana gelme.

mektup - umut yaşar karaoğlu

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 14:55 tarihinde gönderildi

Kıştı, soğuktu ve ben, kalabalık bir sokağın sidik kokan bir köşesinde bilinçaltı devrimleri tasarlıyordum yalıtılmışlığımdan doğan. Hava kuruydu, çatlaktı avuçiçlerim ve sen, o çatlakların içinden tüm benliğime yayılan acı olarak dağıtmıştın huzurumun saflığını. O acı karşısındaki dayanıksızlığımın zihnimde yarattığı boşluktan süzülerek dikilmiştin düşlerimin önüne. Bir anlığına ruhumu kendine hapsedip, umutsuzluğuma fırlatmıştın beni sonra. İlk başta kapalı havanın içime düşen yansıması olduğunu düşünerek avutmaya çalışmıştım kendimi. Çünkü karşı olduğum, yaşantımdan uzak tutmaya çalıştığım ne varsa sende mevcuttu, bütün gelecek tasarımlarımın dışında yaşıyordun; sana doğru ilerlemem olanaksız olmalıydı.

pusula - vedat kamer

Vedat Kamer tarafından Sa, 13/02/2007 - 00:30 tarihinde gönderildi
SANATÇININ DUASI

Gün sonları ne kadar içe işleyici güzün! Ah! can yakacak kadar işleyici! çünkü öyle tatlı duyular vardır ki, dalgaları yoğunluklarını önlemez; Sonsuz’un ucundan daha keskin uç da yoktur.

Bakışı göğün ve denizin uçsuz bucaksızlığına daldırmak ne büyük haz! Yalnızlık, sessizlik, göğün benzersiz arılığı! ufukta titreyen, küçüklüğüyle, yapayalnız kalmışlığıyla benim çaresiz yaşamıma öykünen bir küçük yelken, dalganın tekdüze şarkısı, tüm bu nesneler benim aracılığımla düşünüyor, ya da ben onların aracılığıyla düşünüyorum (çünkü ben düşlerin enginliğinde öyle çabuk yitip gidiyor ki!); düşünüyorlar, diyorum, ama dilbazlığa, karşılaştırmaya, sonuçlanmaya başvurmadan ezgimsi bir biçimde, çok güzel bir biçimde düşünüyorlar.

Gene de bu düşünceler, ister benden çıksın, ister nesnelerden fırlasın, fazlasıyla güçleniyor çabucak. Güç hazda bir huzursuzluk, olumlu bir acı yaratır. Fazlasıyla gerilmiş sinirlerim tiz ve sızılı titreşimlerden başka bir şey vermiyorlar artık.

Şimdi de göğün derinliği şaşkına döndürüyor beni, duruluğu çileden çıkarıyor. Denizin duyarsızlığı, gözlerimin önündeki görünümün değişmezliği ayaklandırıyor beni… Ah! hep böyle acı mı çekmeli, yoksa hep kaçmalı mı güzelden? Doğa, acımak bilmez büyücü, her zaman üstün çıkan karşıt, bırak beni! İsteklerimi ve gururumu baştan çıkarmayı bırak artık! Bir düellodur güzeli incelemek, sanatçıyı yere sermeden önce dehşetten haykırtan bir düello.

Charles Pierre Baudelaire
Paris Sıkıntısı / III (Çev: Tahsin Yücel)

I / bütün dünyada yangın var değil mi? — 14 şubat 2004

hep buradan alıntıladığım bir sözle karşılaşmanı bekledim. bunu okumuş olduğunu hatırlamanı. en çok da beni… bir filmde. hayatımın roman olamayacağına daha önceden karar vermiştim. neden bir kahramanlık veya bir ölüm istiyorsun?

tükenen gecelerimde neden seni düşündüğümü bilmeni istiyorum? hâlâ bilmiyorum. geceye öncülük eden harflerim tek tek kayboluyor. beni ne zaman bulacaksın?

kuzey yıldızı - özgür macit

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 23:42 tarihinde gönderildi

adını kazımadım ama derime, damarlarıma işlemiş kurşunkalem.

24. tutma ellerimden benim, bakma gözlerime. kendine ol bana değil. ya şu an çek git buradan ve senden sadece benim yarattığım efsane kalsın göğsümün içinde tutsak, ya da kal benimle burada bu gece, birlikte ölelim sabaha kadar, donarak. sabah güneşi birlikte çatlatsın damarlarımızı, eriterek donmuş kanı. aynı köpek parçalasın cesetlerimizi.
2. buz bile ısınır içimi elime aldığımda, sen soğutuyorsun hem kendini hem kendimi; yolcu kendi çizer yolunu, sen siliyorsun hem kendini hem kendimi.

ringa - gökçe polatoğlu

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 23:09 tarihinde gönderildi

nerede olduğumun önemi yok. bazı harfleri unutabilirim, hayatımdan da çıkarabilirim. kimseyi ilgilendirmez. denizin dibine inen soda şişesi. masallar. anlamak zorunda değilsiniz beni. her zaman size seslenmiyorum. bir kızla el ele sokaklarda dolaştığım bir zaman vardı, dudaklarının kenarında kalan çikolata parçalarını ben alırdım.

soğuktu. arnavut kaldırımları. hayatıma giren şarkılar. hayatıma giren sokaklar. ellerimi gökyüzüne kaldırıyorum. masallara inanıyorum hâlâ. sadece ben. love street sayesinde. hiçbir şeyin anlamı yok. isteseniz de anlayamayacaksınız. saçlarım mosmordu o zamanlar. kafamı çevirdiğim her balkonda yangınlar çıkıyordu. bilmediğim yerlere götürüyordu beni. sadece bir cümle vardı hayatımda. şimdi geçmiş. buz gibiydi. sonra gelen hiçbir yaz ısıtamadı parmak uçlarımı belki.

pusula - vedat kamer, zafer yalçınpınar, özgür macit

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 01:06 tarihinde gönderildi

       110.
       Kişi yaşamının anlamını hep dolaylı yollardan kavrayabilir ancak — örneğin, kendisi için çok önemli bir yaşantının yeniden canlanması sırasında, o yaşantının kendisinde kalmış anısı üzerinde düşünürken, o yaşantıyı paylaştığı —onu kendisi ile birlikte yaşamış— o kişinin kendi anısının nasıl olabileceğini kurar — ve anlar ki, bu anının içeriği kendininkinden herzaman farklı, bambaşka olacaktır; kendisi bunun nasıl birşey olabileceğini de hiçbirzaman bilemeyecektir; ya, bir içerik kestirebilse bile, bundan hiçbirzaman emin olamayacaktır; ya da, ne kestirse kestirsin, en ucunda, öteki kişi, belki de o ortak yaşantıdan hiçbir anlam içeriği edinmemiş, hatta, onun anısını hiç tutmamıştır, zaten; kişinin de, artık, bunun öyle olup olmadığını öğrenme (örneğin o kişiye sorma) yolları da kapanmıştır: yani, kişi, ne düşünmeğe çalışırsa çalışsın, hep bir kurmaca, giderek, bir uydurmaca olup çıkacaktır düşündükleri —
        — hep kurmaca ve uydurmacaya varır, üzerinde düşündükçe, anlamı, yaşamının, kişi…

Oruç Aruoba, olmayalı, Metis Yayınları, Eylül 2003, s. 118-119

 

I / vk

«cümleleri çoğul kuramadığımız yerde yalnızlık var.» — gp

geceyarısı / gecenin on ikiye mahcubiyetinde yalnızlıklar gizlidir. iki kişiyi böler dün ve bugün. suya benzer suskunluklar üretir gökyüzü.

«sessizlik sensin geceleri» — ezginin günlüğü

saat dört / suskunluğuna uykular icat eden küflü yanım, bu şehrin sensizliği. hep yüzüne bakamayışım, dokunamayışım, kesilmiş ellerim… morfinli martı çığlıkları biriktiriyorum sabahlarıma. yağmur sonu gözlerinde kayboluyorum. biliyorum, ilk gözyaşınla kovulacağım senden. beni böylesine yavaş öldürme, yalvarırım.