öykü

istanbul gelinlik giymişti - gülfidan kement

Vedat Kamer tarafından Pt, 05/02/2007 - 20:38 tarihinde gönderildi

Tepeler bembeyaz gelinlik giymişti. Kar İstanbul’u alabildiğince sarıp sarmalamış, tüm yolları kapatmıştı. Gökyüzü gri ve siyaha hapsolmuştu. İnsanlar evlerine kapanmış, kent sessizliğe boğulmuştu.
Sokaklardaki boğucu sessizlik insanı yalnızlığa sürüklüyordu. Kadın yol boyunca sendeleyerek yürüyordu. İçinde bitmek bilmeyen bir ızdırap vardı. Yolun ayağının altından kayıp gittiğini düşündü. Başı dönüyor, düşmemek için kendini zor tutuyordu. Kendini tutmanın zorluğuyla baş etmeye çalışıyor, yorgunluğu onu hapsediyordu.

04.07.2002* - sinem sipahi

Vedat Kamer tarafından Pt, 05/02/2007 - 10:51 tarihinde gönderildi

Bozulmuş saatime bakıyorum. Çizik içinde… Kısa olanı neydi? Hangisinin hangisi olduğunu bilmeden onlardan bir şey beklemek saçma. Uykum var. Saniyeler gözlerime batıyor. Göz açıp kapayıncaya kadarla dinlenilmiyor. Sırtımdakileri kenara koyup tabureye oturuyorum. Bir an bedenim yokmuş gibi geliyor, bedenim yokmuş ve ben nedensiz bir varlıkmışım gibi… Büyük boşluk… Birileri gitti, birileri günü –bu en olmadık zamanda; en göz kamaştırıcı, en akıldan çıkmayacak saatte– caddenin ortasında bıraktı ve çekip gitti. İnanılmazdı tüm olanlar; özellikle bu kadar ferahken, tam da bu zorunlu birlikteliğe alışmışken bu olanlara inanılmazdı. Kulağa hoş gelen kelime oyunlarına bağımlı olmak, terk edilmekten daha çok kırardı kalbini. Ama ikisi de kendilerine birer yer bulmuştu saatlerin arasında. Aralarında geçenleri kimseye anlatmazdı. Hayatında çok güvendiği candan varlıklar yoktu.
Gittikçe fazlalaşan yerçekiminin insanı boğduğu zamanlar en zor geçenlerdir. İçinden çıkılmaz bir karton kutunun içinde, kollar, bacaklar bağlı debelenmek kadar anlamlıdır sakinleşmeye çalışmak. Sinirli saatler zor geçer dedim.

gece getirilen kızı sevdim - hamdi özyurt

Vedat Kamer tarafından Pt, 05/02/2007 - 10:48 tarihinde gönderildi

Evimiz tek katlı, eski bir demiryolu lojmanıydı. Misafirsiz günümüz yok gibiydi. Tren yolcuları beklerdi bizde.
Evimiz daracıktı, ama gönlümüz genişti. Gecenin herhangi bir saatinde kapımız çalar, birkaç uzak akraba ya da köylümüz damlardı içeri. Annem uyanır, üşenmeden onlara yemek hazırlar, yataklarını yapardı…

dondurma meleği - çağla cömert

Vedat Kamer tarafından Cu, 02/02/2007 - 23:27 tarihinde gönderildi

Garaj kapısı açık… Tam düşündüğüm gibi… Cebinde beş kuruşun kalmadı, diğerleri gibi para sayarak giremezsin içeriye… Farkına varmadığın tüm açık kapılar, boğazında düğümlü kalan çıkmaz sokaklar adına sesleniyorum sana: Bu fırsatı kaçırma. Şu sokağı geçivermen yeterli. Hadi zorla küçük bacaklarını, annenden aldığın o biçimli bacaklarını, sigaranın kararttığı akciğerlerini çalıştır, koş, öncesini sonrasını düşünme, koş. Aman arabalara dikkat et, koş, koş… Oldu işte içerdesin. Başardın. Çalan şarkı senin için.

arayış - çağrı tozluoğlu

Vedat Kamer tarafından Çar, 31/01/2007 - 09:29 tarihinde gönderildi

Sabah mahmurluğundaki vücudu döşemenin çıplak soğukluğuyla ürperdi. Bilincinin yerini, çok derinlerinden ilkel bir benliğin aldığı bir geceden önce, ayakları döşemeleri yakıyordu. Ateşe yürüyordu ayakları bir gece önce. Günün karaltısının kim bilir kaçıncı saatiydi o sıralarda. Hiç de önemi yoktu geçen zamanın başucunda duran saat için ve saatin ritmiyle yarışan bedeni için. Birinde saatçinin bakır yağdanlığından çıkmış makineyağı devinir, diğerinde ılık ılık can.

bir kuru yaprak hafifliği - esra şahin

Vedat Kamer tarafından Sa, 30/01/2007 - 12:18 tarihinde gönderildi

Serin bir sonbahar günüydü. Bir çocuk edasıyla, kaldırım kenarlarına biriken kuru yaprakları eziyor ve çıkan hışırtıların içindeki çığlıkları bastırmasını umuyordu. Oysa yorulmuştu umut etmekten, geleceği düşünmekten. Artık sadece yürüyordu, nereye gittiğini bilmediğini umarak. Aslında düşlerini kaplayan bilinmezlikte kaybolmaya gittiğini çok iyi biliyordu.

umudun öyküsü: sandviç adam - zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Sa, 30/01/2007 - 11:48 tarihinde gönderildi

Muhtar Özkaya Halk Kütüphanesi’nin kuytu sessizliğinde bitirdiği romanı raflardaki yerine geri koymak amacıyla radyatörün yanından kalktı Süleyman. Sert kış, insanın hem vücudunu hem de ruhunu donduruyordu.
Günlerdir kütüphanede roman okumaktan ve yaşlı şiirseverlerin melankolik sohbetlerini dinlemekten başka bir şey yaptığı yoktu. Edebiyat Fakültesi’nde son sınıf öğrencisi olmasına rağmen hâlâ geleceğini belirleyememiş, güzel ve tutarlı planlar yapamamıştı. Cezmi Ersöz’ün dediği gibi hayallerini yakıp evi ısıtamıyordu. Çok çabalamasına rağmen beceremiyordu hayallerini yok etmeyi. Olmuyordu. Çok küçük yaşta başlamıştı edebiyat sevdasına, yazmaya, okumaya, şiirlere, öykülere, Nâzım’a, Edip Cansever’e, Turgut Uyar’a, Oğuz Atay’a… Beceremiyordu işte. Bu büyük şehrin karmaşıklığında yaşayan insanların arasında, bir tek Süleyman vardı hayallerinden arınamayan.

oyun - özgün ulusoy

Vedat Kamer tarafından Pa, 17/12/2006 - 18:27 tarihinde gönderildi

Okuduğun şeyden başını kaldırıp bakıyorsun. Seni yeterince tanımıyorum henüz. Şöyle bir uzanıversem saçına, yırtıcı bir fırtına mı olur gözlerin? Bilemiyorum. İçimde biriktirip durduğum o terk edilmiş bakış açısını sunsam sana, sen de görebilir misin oradan dünyayı benim gördüğüm gibi? Bilemiyorum. En derin türkülerimi vermeli miyim sana?

minibüs - özgün ulusoy

Vedat Kamer tarafından Ct, 04/11/2006 - 17:19 tarihinde gönderildi

Aynı anda geçen onlarca minibüs arasından birisi vardı ki, çözülmez bir duygu akıtıyordu yola. Kendine karşı delice bir inatla beklemiş, ama hep bekletilmiş bir adamın kaygıları süzülüyordu minibüsün içinden geceye. Hızla geride kalıyordu her şey, yol çizgileri, saraylar, Haliç, ışıklar, karanlıklar… Adam kafasının içindekileri dışarı atmak, onları ardında bırakmak için sonsuz bir arzu duyuyordu.