arayış - çağrı tozluoğlu

Vedat Kamer tarafından Çar, 31/01/2007 - 09:29 tarihinde gönderildi

Sabah mahmurluğundaki vücudu döşemenin çıplak soğukluğuyla ürperdi. Bilincinin yerini, çok derinlerinden ilkel bir benliğin aldığı bir geceden önce, ayakları döşemeleri yakıyordu. Ateşe yürüyordu ayakları bir gece önce. Günün karaltısının kim bilir kaçıncı saatiydi o sıralarda. Hiç de önemi yoktu geçen zamanın başucunda duran saat için ve saatin ritmiyle yarışan bedeni için. Birinde saatçinin bakır yağdanlığından çıkmış makineyağı devinir, diğerinde ılık ılık can.
Terk edilmiş benliklerin sığındığı insan bedenleri, neon lambalarının renkli ve damgalı parlaklığından, loş sokaklara, karanlığın insan vücudunu yadırgamadığı otel odalarına doğru yol alır. Buralarda da özensiz gibi görünen oysa ince ince işlenen bir günlük yaşam vardır. Sizi şarapçılar, tinerci çocuklar karşılar. Bu kendi hayatlarını işleyen veya böyle bir hayatı işlemek zorunda kalan kişileri yabancı benliğin yadırgar belki. Geçersin… Otelin sahibi, İstanbul’un sıkışmış tarihinden bir Rum kadını, buradaki rengi soluk bir kaldırım taşı kadar parçası olmuştur bu sokağın. Besbellidir zamanın birinde bu sokakta öleceği. Mahallesinin müslüman fedaileri, yüzlerinden gülücük eksik olmayan, onunla birlikte kaybeden insanlar cenazesini bildikleri bir Rum mezarlığına götüreceklerdir. Kuyu dibindeki su kadar az ışık gören fakat parıltılı mor menekşeleri sularken, onlarla konuşurken yaşam anlam kazanır bu yerde. Bu kuyunun duvarlarını oluşturan iki bina daha vardır. Üçüncü katta yaşayan Hayri Amca’nın karısı seneler önce ışığa doyamadan bu kuyunun içinde can vermiştir. Her işini kendi yapmaya başlamıştır o zamandan beri. Küçük tahta çerçeveli penceresinin önündeki tellerdeki çamaşırları, kuyuya inen ışığa renk veren tek şeydir. Eğreti tutturulmuş mandalların biri fırlayarak otelin camlarından birine çarpıp yere düşer. Yamalı bir pantolon gökyüzünden süzülerek menekşenin üzerini örter. Menekşe boynunu büker…

Odanın bir ucundaki cama çarpan karartının sesi, henüz alışmamış kulaklarda bir şok etkisi yaratıp soğuğun ürpertisini bacaklardan bütün vücuda taşıdı. Sesle beraber odanın ortasındaki büyükçe yatakta yarı çıplak bir figür öbür yanına döndü. Perdeden sızan aydınlık, bıçak keskinliğinde dar bir huzmeyle yataktaki kadının boynundan saçlarının arasına süzülüyordu. Gününün ilk sigarasını yakıp banyoya ilerledi. Kapıdan girer girmez karşısına çıkan aynayı kendi yaptığı bir tabloyu inceler gibi inceledi. Başkalarının oluşturduğu tuvalin üzerinde gezinen onun renkleri. Dumanı yaşam gibi karışıktı, tabloyu şekilden şekle sokuyordu. Gözlerinin altında oluşan torbaları parmaklarıyla ovdu. Kendisini değiştiremiyordu, morluklar kalıyordu öylece. Morluklar gözlerinde, beyninde, ve hâlâ daha kendisiyle hırsız-polis oynayan benliğinde… Hayat farklı yüzlerini gösteriyordur; kimi zaman kendini alamazsın onun kollarından, çekip götürür seni bilmediğin bir yerlere ve bir gün menekşenin nefes alamadığı bir yerde nefes almaya çalışırsın. Sevgisiz döşenmiş yollara sevgisiz basan bir ayak da sen olmuşsundur.
Sevgi onun hayatında su yüzünde seken bir taş gibidir. Aşkı öncelerden beri çok da alışamamış olduğu varlığından ırak bir duygu kabul etmiştir. Sanki aşk sadece televizyonda veya raflarını dolduran yalnız kitaplarda olabilecek bir şey gibidir ve bir türlü o camı kırıp da onun tarafına geçemez. Bu yüzden kadınlara da insanın hayvan yanlarının hava, su gibi bir ihtiyacı gibi bakardı, başka bir şey değil. Arkadaşlarının delikanlılık aşklarıyla pervasızca alay ederdi.
Sevgi bir gün onu da ele geçirdi oysa. Köşeye sıkıştırmıştı onu. Beylik söylemleri arkasında çivili bir duvar gibiydi. Sevgi üstüne geldikçe çiviler vücudunun derinlerine işliyordu. Çok uzaklarda bir sesi duymaya çalıştı aylarca. Sabah rüzgârlarından tenini kokladı. Karşılıksız bakışları kanadı yüreğinde. Bir sokak kedisi kadar özgür olmak vardı ona yaklaşırken. Zaman bir idamlığın, idam sehpasına yaklaştığı anlar gibi geçiyordu, boşlukta süzülür gibi. Odasına döndüğünde yaşam, etrafında devinen uzak olduğu bir kavram gibiydi. Beyni güçsüz kalıyordu bir şeyleri yargılamaya, olan biteni izliyordu rahatsızca. Zaman uzuyor, kararıyor ve acı veriyordu.
En çok gecelerin gelmesini istemiyordu. Geceler, kendisiyle baş başa kalıp cehennemlik işkenceler çektiği ve hep kaybolduğu zamanlardı. Bunlar alışıldık çileleri olmuşken bir gün caddeler boş kaldı. Kediler onun yokluğundan habersiz umursamadan ortalıkta dolaşıyordu. İnsanlar hiçbir şey ifade etmiyordu; cadde boştu. Her şey durgun, görüntüler dönmemekte ısrar eden bir film şeridi gibiydi. Varlığı gözlerinden ibaretti ve gözleri de boş caddede bir arayıştan. Bu günler ilelebet devam edecek kâbusun habercisiydi. Caddeler öylece boş kaldı. Aylarca o gün onu tekrar görebileceği umuduyla alkol gecelerinin sabahlarında güne gözlerini açtı. Zaman sonsuzluğuna acıları katıp aldı götürdü sonra. Eski benliğine çabuk bir geçiş yaşadı. Uzun zamandır uğramadığı ortamlarda değişiklikler olmuş, yeni insanlar kaybolanların yerini almıştı, onun yokluğunda da olduğu gibi. Aşkı tatmış benliğindeki acıları yine terk ettiği ruhla sahiplendi.

O, aynadaki bulanıklığı çözmeye çalışırken, sabahın hafif rüzgârının aralamaya devam ettiği perdeden ışık, artık odanın daha derinlerine doğru ilerlemeye başlamıştı. Aydınlık bütün korkularını aydınlatıyordu, rahatsız oluyordu. İşte kapana sıkıştın, dedi. Kendi kendisini bir kuyunun görünen dibinden çok daha derinde bir yere hapsetmişti, kendi iç zindanlarına. Küçük bahçeye bakan pencereye gidip, pencereyi açtı. Düz beton duvarların vurguladığı derinlik ona ölüme son uçuşa kurduğu senaryolarını hatırlattı. Bir ses onu beyninin derinliklerinden dışarı çıkardı. Hayri Amca yaşlı bir gülümsemeyle karşı pencereden günaydın dedi bu bilmem kaçıncı komşusuna. Cevap verdi ama bir insanla konuşup insanlığıyla yüzleşmek, celladıyla yüzleşmek gibiydi. Vücudunu odanın neminde yüzmeye bıraktı tekrar. Odada yüzüp bir kayaya sığınırcasına yataktaki figürün yanına sığındı. Kapanda kalmıştı benliği artık. Yanı başında duran fahişenin saçlarını okşuyordu. Saçları parmaklarını kanatıyor, acılar içinde sessiz sessiz kıvranıyordu. Ona sarıldı. Kapandaki son bir debelenmede içindeki duygusuz ve sevgiye susamış yanlarını hissetti. Bomboştu…