ağustos üşümeleri - gülfidan kement

Vedat Kamer tarafından Çar, 07/02/2007 - 18:26 tarihinde gönderildi

Yürüyüşler yorgun. Düne mi, bugüne mi? Kimi zaman suskun yarınlara mı? Anıların yolculuğundayım. Her yaşanan geçmiş oluyor, her an dün.

Bizi dünden bugüne taşıyan evlerimizde yaşadığımız anılarımız. Geçmişimi eşelediğimde aklıma hep yaşadığım evler gelir. Gidip görmek isterim onları. Gittiğimde bir hayal kırıklığı yaşarım. Ruhum kırılgan bir hal alır. Yıllarca beraber olduğun, sonra ayrıldığın sevgili nasıl yabancıysa o evler de yabancıdır. Bitik bir sevgidir. Bilirsin oradadır. Duvarlara dokunur, konuşursun anılarınla. Sis kokusu gibi sinmiştir duvarlara anıların. Sana geçmişteki seni sunarlar. Bir salıncak gibi bir ileri bir geri gidip gelirsin zaman tünelinde.

Beşiktaş’tayım, şaşkın! Ahşap evimiz harabeye dönmüş. Birden kendimi içeride buluyorum. Anıların ağırlığına dayanamayıp dökülmüş. Hep hüzün ve acı vardı burada. Yıkacaklar, her şey gibi bu evi de moloz mezarlığına götürüp gömecekler.

Daha dündü. Ben eve giriyorum. Girişte dar bir hol var. Her yer ahşap cilası kokuyor. Holü baştan başa kaplayan mavi bir köy kilimi. Acaba hangi genç kız hangi hayaller içindeyken bu kilimi dokudu? Küçük bir oturma salonu ve salondan mutfağa geçiliyor. Her yer mavi. Sadece krem rengi, keten nakışlı perdeler var farklı olan. Holün duvarına itina ile tasarlanarak yerleştirilmiş kitap rafları. Rafların içinde büyülü şiirler, romanlar, akla gelebilecek tüm kitaplar. Holde ayak izlerim görünmüyor

Ahşap merdivenlerden ikinci kata çıkıyorum. Basamaklardan ahşabın iç gıcıklayıcı sesi yüreğime işliyor. Evdeki her şey tam. Ne fazla ne eksik. Öylece beni izliyor anılarım, yaşadıklarım…

Ben yatak odamda ağlıyorum. Elimde eskimeye yüz tutmuş, içimde siyah beyaz olmuş bir fotoğraf tutuyorum. Acı zift gibi dumanı içime çekiyorum. Yıldızlar üstümü örtüyor. Üşüyorum… Yorganım yerde duruyor. Alacak gücüm bile yok. Çığlık çığlığa ağlıyorum. Kapı ya da telefon çalsa, birileri beni duysa. Saçlarım darmadağın olmuş. Kendime ne kadar uzağım. Yıldızlar tavandan süzülüyorken ne kadar yakınlar bana. Tüm benliğim oracıkta kalmış gibi bu fotoğraf nasıl sarsıyor, silkeliyor?

Gizlice kaçıp geldiğim bu eve neden anılarımı da taşıdım? Keşke sihirli bir gücüm olsaydı. İstediğim anda bir derin kuyu açabilseydim, tüm acılarımı gömerdim. Mutlu olduğum bir anda onları çıkarır yıldızlara savururdum. Bilirsiniz siz de, gülleri kuruturuz kalıcı bir anı olsun diye. Sevgilerin sunumudur. Şimdi güllerim de çürüyor bu evde. Tüm yakınları uzak ettiğim bu düş evinde yarınları tavanlara astım. Ellerimde düş yalnızlığı.

Yüzümde ellerim dolaşıyor. Gözyaşlarımı ellerim siliyor. Ellerim, ellerim bir serçenin ürkekliğinde. Çocuktum… Kar kaplıydı her yer, odamın yıldızlara bakan tavanına bir serçe konmuştu. «Kanadı kırık bir kuştu», uçamıyordu. Çocuktum, mini mini bir kuş donmuştu. Pencereme konmuştu. Aldım onu içeriye «cik cik» ötsün diye. «Pır pır» ederken canlandı. Ellerim bak boş kaldı!

Çocuk değilim artık. Ürkek bir kuş gibi yine ellerim boş kaldı. Yüzümde yılların ürkek anılarının izleri. Ağustos üşümelerindeyim. Gökyüzü yıldız kaplı. Bir kar fırtınası yüreğim.

Ay karardı, yalnızlık…
Yıldızlar dökülüyor üstüme…
Bir ses, sess…
Kepçeler…
Mezarlık…
Moloz mezarlığı.
Üşüyorum…