Bozulmuş saatime bakıyorum. Çizik içinde… Kısa olanı neydi? Hangisinin hangisi olduğunu bilmeden onlardan bir şey beklemek saçma. Uykum var. Saniyeler gözlerime batıyor. Göz açıp kapayıncaya kadarla dinlenilmiyor. Sırtımdakileri kenara koyup tabureye oturuyorum. Bir an bedenim yokmuş gibi geliyor, bedenim yokmuş ve ben nedensiz bir varlıkmışım gibi… Büyük boşluk… Birileri gitti, birileri günü –bu en olmadık zamanda; en göz kamaştırıcı, en akıldan çıkmayacak saatte– caddenin ortasında bıraktı ve çekip gitti. İnanılmazdı tüm olanlar; özellikle bu kadar ferahken, tam da bu zorunlu birlikteliğe alışmışken bu olanlara inanılmazdı. Kulağa hoş gelen kelime oyunlarına bağımlı olmak, terk edilmekten daha çok kırardı kalbini. Ama ikisi de kendilerine birer yer bulmuştu saatlerin arasında. Aralarında geçenleri kimseye anlatmazdı. Hayatında çok güvendiği candan varlıklar yoktu.
Gittikçe fazlalaşan yerçekiminin insanı boğduğu zamanlar en zor geçenlerdir. İçinden çıkılmaz bir karton kutunun içinde, kollar, bacaklar bağlı debelenmek kadar anlamlıdır sakinleşmeye çalışmak. Sinirli saatler zor geçer dedim.