o hiç bizim olmadı - özgün ulusoy

Vedat Kamer tarafından Çar, 07/02/2007 - 14:14 tarihinde gönderildi

Güneş denizin üzerinde alçalmaya başladı, eflatun renkli gökyüzüyle sevişerek veda ediyor güne. Yaz aylarında hep böyle çöker akşam, sıcak ve nemli. Ve hafif bir esinti olur hep bu saatlerde… İnsanın bilincine beklenmedik düşünce kırıntıları bırakıveren bir esinti… İşte tam şu anda olduğu gibi… Kimi bir martıyı gözlüyor tişörtünün kollarından giren serinlikte, kimi kumlarda yuvarlanan topu. Kimi bir anlığına çocukluğuna dönüyor, yere düşürdüğü bir dondurmayı anımsıyor… Belki ağladığını hatırlıyor… Belki… Ağlıyor… Kiminin ağzına yaşama sevinci giriyor rüzgârla. Kimi kumlara basamıyor, içi gıcıklanıyor, «Eve gitsem» diyor. Kiminin canı soğuk bir bira istiyor ansızın, kimi ölümün karanlığına batıyor, bilinmez niye. Gözleri titriyor… Uzakları düşlüyor, uzakları özlüyor kimi… Denizden gelen o tatlı rüzgârcık, neler taşımıyor ki içinde?

Havlusunu omzuna atmış, ayakları denizin ıslaklığına değerek yürüyen bir kadının salınışında kaybolmuş biri. Herkesin içinde bir pencereyi açan, bir mandalı çeviren bu rüzgârın o kadının içinde hangi teli titrettiğini kimsecikler bilmiyor. Oysa delirmişçesine bunu merak ediyor adam, herkesin şahidi olan güneşe bakıyor batmadan hemen önce, «Sen,» diyor, «sen biliyorsun muhakkak, sen herkesi tanıyorsun»… Güneş adama bakıyor… Güneş batıyor! Batışında bıraktığı binlerce anlamın içinden kendisine geleni alıyor adam gözleriyle, susuyor. Kadın usul usul serinletiyor denizi ayaklarıyla, ritmik bir sallanış var uzaklaşmasında. Odağında kadının olduğu uzun bakışında, yerdeki kumun düzensiz dağılmışlığını, sıcak bir yaz gecesinin haberini veren parlak Venüs’ü, ve sudan ıpıslak çıkarken kahkahalarıyla her yanı çınlatan küçük bir çocuğu görüyor adam. Koşarak geliyor çocuk, adamın yanından havlusunu alıyor. Kurulanırken bir ara adama bakıyor. Islak saçları başına yapışmış çocuğun. Sonra koşarak gidiyor.

***

Kumsalın hemen arkasındaki kafede bir masaya oturuyor adam. Bira içecek birazdan, sonra evine gidecek. Hava iyiden iyiye aydınlığını yitirmiş. Belli belirsiz bir esinti var yine. Adamı yiyip bitiriyor bu geceler, her seferinde bir sonraki günü daha güçlü bir sabırsızlıkla beklemeye koyuluyor. Ne zamandır böyle bilinmez, ama bir süredir o esintili akşam saatleri için yaşıyor yalnızca. Yaşamın ta kendisine ait olan bir duyguyu tam da o saatlerde çalıp göğsüne sokuyor ya nefesiyle! Ve kimse sesini yükseltmiyor ya bu masum alıkoyuşa karşılık, hayret ediyor adam, alışık olmadığı bir kabulleniş bu yaşamınki… Ama şimdi ona şaşmayı bırakmalı ve bir sonraki akşamı nasıl bekleyeceğine karar vermeli. İçi acıyor. Zamanın olmadık yavaşlamaları canını sıkıyor. Derken kendini sorgulamaya başlıyor, korkuları su yüzüne çıkıyor içtikçe. Korkuyor… Benliğini, davranışlarını, hislerini ele geçiren bu güçten korkuyor, ne olduğunu bilmediği her şeyden korktuğu gibi.

Sonra olağan olmayan bir şekilde, akşam gördüğü o sarı saçlı çocuk gelip masasına oturuyor adamın. Komik bir durum bu, çünkü kendisinden beklenmeyecek bir olgunluk sergiliyor çocuk, beklenmeyecek bir bilgelik var dirseklerini masaya dayayıp adama bakışında.
– Seni tanımıyorum, diyor çocuk, ama sende tanıdığım, hem de çok yakından bildiğim bir şey var!

Adam gülümsüyor çocuğa, şaşırıyor, çok şaşırıyor:
– Nasıl? Anlamadım…
– Ben her akşam görüyorum seni, tek başına oturuyorsun. Dört elle sarıldığın bir şey var gibi içinde, terk etmek istemediğin… Seni terk etmesinden korktuğun!

«Çocuk işte» diye düşünüyor adam ne düşüneceğini bilemez bir haldeyken:
– Nereden çıkardın bunu şimdi?

Adamın gözlerinin içini delercesine bakıyor çocuk. Sakinliğinde bir bilgelik gizlenmiş, söze acele etmeden başlaması bu yüzden:

– Aşk bu… Aşk bu öyle değil mi?
– Ne dedin?

Bu kadarı fazla. Bu kadarı oldukça fazla adama, pes ediyor, salıveriyor önyargılarını. Sonunda çocuğun oluşturduğu bu denize, bu anlamlar denizine bırakıveriyor kendini:

– Ben hiç âşık olmadım ki… Hem… Hem sen nereden biliyorsun şuncacık boyunla aşkı bakayım?
– Her akşam diyorum, her akşam orada oturuyorsun. İçinden güneşe yakardığını hissediyorum, umut arıyorsun, inatla. Oysa güneş hep oradan batar, hava hep pembeleşir, martılar hep uçar orada bunu biliyorsun. Sen onlar için değil, sen başka bir şey için orada oluyorsun! Bir gün orada olmayacağından korktuğun bir şey için!
– Sen de her akşam oradasın.
– Oradayım… Âşığım çünkü.
– Sen kime âşıksın bakalım??
– Sana! Gülme sakın, ben senin gizemine âşığım. Belki yalnızlığına… Belki…
– Belki?
– Belki senin aşkına âşığım. İnatla beslediğin aşkına! Senin o dağılmış halini bir gün olur da göremezsem diye içim içimi yiyor. Ortalıkta aşk maşk kalmıyor gün geçtikçe bak, aşkı öldüyor insanlar!
– Ola ki ben bir akşam buraya gelmezsem, başka birinin aşkını izlersin sen de olur biter.
– Seninki başka… Olmaz.
– Neden??
– Çünkü sen aşktan korkuyorsun. Yaşamın onu elinden alıvermesinden korkuyorsun! Bir gün sana «Yeter be!» demesinden…
– K o r k u y o r u m… Nerden bilebilirsin? Bundan nasıl bu kadar emin ola…
– Evet korkuyorsun! Bu yüzden doyasıya yaşıyorsun ya onu! Sana ait olmadığını biliyorsun içine giriveren bu duygunun, kaybetmek istemiyorsun, geldiği gibi gitmesi düşüncesi içini titretiyor!
– Gitmez değil mi? Öyle olmaz değil mi?
– Biliyorsun bu senin elinde… Şimdi ben gitmeliyim. Sana «âşıksın» demeye gelmiştim buraya, fazlasını söyledim.
– …
– Son olarak…
– …?
– Ne olur… Ne olur alışma aşka!

Masadan kalkıp, az önceki konuşmayı yapan kendisi değilmişçesine, atlayıp zıplayarak uzaklaşıyor çocuk. Adamın içine onlarca soru işareti mi soktu şimdi, yoksa yanıtlar mı kazıdı işaretlerin ardına? Bunu adamdan başka kimseler bilemez, tıpkı adamın kadının kafasının içindekileri bilemediği gibi. Biz öykünün burasında terk ediyoruz adamı, çocuğu ve kadını.

Güneş batıyor işte burada da, işte o tanıdık esinti tam da boynumuzda! Birer aşk sarkıyor bizim için de yaşamın cebinden ve birer çocuk var hepimizin içinde bize yol gösteren! Kumsalda insanlar var, biri annesini özlüyor, biri derin bir nefes çekiyor, biri kitap okuyor, sigarayı bırakmak istiyor, düşünde Müslüm Baba oluyor biri, Aragon’un bir dizesini anımsıyor bir diğeri, martılara bakıp gülüyor, uzakları düşünüyor biri…

Alışacak mısınız aşka?