tezer - gökçe polatoğlu

Vedat Kamer tarafından Çar, 07/02/2007 - 15:06 tarihinde gönderildi

bu yazıyı yazmak çok zor olacak biliyorsun. bütün kitaplarını yüzüncü kez okumam, gökyüzüne ve o kelebeğe bakarak mutlu gezintiler yapmam gerekecek. harfler bile değişiyor. araya senden cümleler serpiştirmem gerekecek. ama bütün bunlar için yeterince vaktim yok artık. artık defterimin kapağını bile açamıyorum. senin onca şeyi bir arada nasıl yaptığına şaşırıyorum.

oysa aynı yerlere gidecektik. belki aynı fincandan kahve içip, aynı şeyleri düşünecektik insanlara bakarken. cafe piatti! tepeler vardı. her şey hazırdı. yalnız başıma. her zaman yalnız. gidecektim. zaman hepimizi yiyor.

seni tanımak… tezer özlü’yü tanımak… ölüme daha yakın bir kıyıda oturup gelen geçene gülümseyerek bakmak.

«Ölüm düşüncesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeyi denemeye iten bir kaygı.»

«Bu sevgiyi nasıl rahatlıkla uğurluyorsam, yaşamı da o denli rahat, o denli güzel uğurlamalı. Sevgilerimi doyumla devretmeliyim.»

18 şubat 1986, tezer özlü zürih’te meme kanserinden öldü. 10 eylül 1942’de simav’da doğmuştu. 18 şubat, 1986 senesinde salı gününe denk geliyordu. sarı salı. hastanede hans peter marti’ye «gitme, yalnız bırakma beni» demiş. yalnız ölmüş o hastanede. hep yalnız. avusturya liseliler ilan vermiş gazeteye. sürekli küfrettiği okul sahip çıkmış ölüsüne, ne komik! bebek camisinde namazı kılınmış. hâlâ bir cenaze namazı görmedim en azından. gördüğüm ilk mezar onun mezarı. her zaman gittiğim mezar. gidip de şaşırdığım. kim bıraktı o çiçeği?

«Ailemizde bir gelenek var. Ölülerimizi gömdükten sonra, mezarlarını yaptırmıyoruz. Hiçbirimiz de mezarlığa uğramıyoruz. Ölüm kesin bir sınır olmadığı için mi?»

bir kafede oturuyorum. öyle garip bir duygu ki. mezarlığın duvarından ayrılamıyorum. ölüler duyar mı söylediklerimi? ben konuşamam ki! ölüler okur mu yazdıklarımı? senin için yazıyorum. sen benim hayatımsın. yavaş yavaş olgunlaşan ama hep çocuk kalan bir genç kızın hayatı.

«Çoğu kez insan yaşamı, yaşanmış coşkuların anısı ile de geçer. Ama yaşamın bazı kesitlerinde bu coşku gece ve gündüz somut olarak kavrar benliğimizi. Bir şarkıyla. Bir resimle. Uzayan bir bulvarla. Sevilen, teni okşanan bir insanla. Yaprakları hışırdayan bir ağaçla.»

avusturya lisesi, ardından liseyi bırakış, sonra istanbul erkek lisesi, dışarıdan bitirme sınavları… bu bilgiler önemli mi? bilmiyorum. hayatını bilebilmek için gerekli-gereksiz bütün kaynakları zorladım bir zaman. mezarının paftasını bile yazabilirim buraya.

artık buralarda yaşayamam. dünya kupası. tam yirmi sene sonra aynı gürültüyü yaşamak. seni yazmak. ne kadar zor. duvarlara bakarken. dostlar arasında. bazen içimde iki kişinin yaşadığını fark ediyorum. yazarken bambaşka oluveren ve aslında çok acı çeken bir yanımla, her şeye kahkahalarla gülen diğer yarım. kâğıtlar ortaya çıkıveriyor. defterler. romantik amerikan filmleri.

aşk vardı bir zamanlar. senin için de, benim için de. masmavi gökyüzü ve o göğe doğru büyüyen ağaçlar vardı. aşk yine var. belki ağaçlar da var ama ben göremiyorum. çok büyümüş olabilirler. korkuyorum. dışarı adımımı atamıyorum.

«Doyum içinde ayrılacağını sandığım bu yaşamdan, zaman zaman algılıyorsun ki, hiç de doyumla ayrılamayacaksın. Hiç yaşanmamış gibi. Doymak mümkün mü.»

tezer özlü: olmak istediğim veya belki de olurken karşılaştığım kadın. bana hiçbir şey için geç kalmadığımı gösteren kadın. üzerine beş yüz kez yazıp da bir kez bile anlatmayı beceremediğim kadın.

«Çünkü sinir hastalığı da bulaşıcı bir şey. Hem öyle mikrop almakla değil, bir insanın umutsuzluğunu derinden algılamakla bile geçebilir.»

olmadığını biliyorum. hiçbir şeyi istediğim gibi anlatamadığımı, kâğıttaki sözcüklerin kafamda olduğu gibi olmadığını. ama deniyorum. senin gibi. sırf insanlar şahit olsun diye yazıyorum. benim şahit olduğum gibi sana. ve bana rağmen, utanmadan «çok saçma» diyenlere, senin gibi haykırıyorum: karışmayın işime!

«Yazarken, öykü anlatacak değilsin. Çevre öykü dolu. Her insanın her günü öykülerle dolu. Çevreyi tanımlamak da istemiyorum. Boş, taş örgüsü, gri beton bir duvar bile tanımlamalarla dolu. İnsan beyninin küçük bir kıpırdanışı yeter.»

seni seviyorum.