totur - gökçe polatoğlu

Vedat Kamer tarafından Pa, 17/12/2006 - 18:56 tarihinde gönderildi

zamanın birinde, uçlu bucaklı ege denizi ortasında küçük bir ada vardı. deniz ve taze meyve kokusuyla süslenmiş bir masaldı o uzak adada yaşadığım. (masallarla büyütülmüş çocuklar inanır ancak masallara, o çocuklar yaşar masalları.) bahçeler içinde büyütülmüş bir prensestim, sabahın en erken saatinde toplanmış, uyandığımda beni en çok sevindirecek şeyler olan, taze incir, erik ve armutla beslenen. çilek rengi yanaklarım vardı o zaman, sonradan sarardım böyle. kocaman bir adam vardı, yaralarıma bakardı. hiçbir yaranın izi kalmazdı. ama sonra o gitti. kimseyi istemedi. yaralar bir bir açıldı ellerimde.
beni istemediğini sanmıştım bir süre, ne kadar kötü. o da beni istemediğini sandı ki bu her şeyden kötü. ama geçti şimdi. yanlış anlaşılmalar, batıdaki bir deniz kentinden, güneye doğru giderken çözüldü. ısrarcıydım. bunu anlatmam imkânsız. kelimeler var bunu anlatmak için, çağrışımlar var ama cümle kurmak çok zor. limandan eve gelen bir motorun sesi var, mazot kokusu var. dağlardaki sessizliğin aksine limanda çok konuşan insanlar var. çok konuşan insanları sevmeyen bir adam var dağlarda. hayvanları sevmeyen insanlarla anlaşamayan bir adam var. ve ben de onun gibiyim biliyorum bunu. mavi gözlü bir adama benziyorum. hepimizin mavi gözlü olmasını istemiş bir adam. hayal kırıklığına uğramış bir adam. gizli mektuplar yazıp da gönderemediğim o adam. bugün kimse farkında değil ama ben de mavi gözlüyüm. kimse farkımda değil ama ben de barışamadım insanlarla. sürekli patlamaya hazır bir bomba gibi dolaşıyorum ortalıkta. her zaman anladım, artık daha fazla anlıyorum o adamı. denizin kokusunu duyunca onu düşünüyorum yalnız zamanlarımda. onunla olmak ne kadar uzak şimdi. o adada, rüzgârın karşısında oturmak, rüzgâra karışmış anason kokusunu duymak… (masalıma konu olan o rakı, içtiğiniz her rakıdan başka kokardı. onun her yaraya sürdüğü tentürdiyot da bambaşka kokardı.) o, bir çırpıda dağlara tırmanırdı, ayaklarına ellerine batan dikenlere aldırmazdı, nasıl olsa yakasında hep o yeşil iğne vardı. yakaları, ceketleri takmazdı ama her zaman tıraşlı suratı, bildiğim hiçbir erkeğe benzemezdi! kimse ona benzeyemedi.
istanbul’un sokaklarında dolaşıyorum, dünya üzerinde dolaşmadığım hiçbir sokak kalmasın isteyerek. izmir’in dünyanın en güneşli memleketi olduğunu hissederek, aydın’ı hiç bilemeyerek, onun hatırasını her yere yanımda götürüyorum. hayatımda sayfalar açılıyor, sayfalar kapanıyor onun haberi olmadan. oysa o, masmavi sularda attığım ilk kulaçları bilen adamdı. o, kışın denizi kapatan, yazın, ağır kepenkleri kaldırıp, denizi benim için açan adamdı. o, kendine göre sevip, sevdiğini anlatamayan adamdı. ben şimdi insanlara derdimi nasıl anlatayım? sesini duymanın hiçbir şeye yetmeyeceğini, onu her zaman öyle garip seveceğimi, onunla geçirdiğim kehribar rengi günlerin aklıma hep mutluluğu getireceğini…
mutluluk, çocukluğumdan aklımda kalan güneşli bir kelime. tepelerden denize bakarken, rüzgâr yüzüme vururken, deniz kokusunu duyarken, onunla birlikteyken, bir kenarda durup onu izlerken her şey ışıl ışıldı. ama saf, meraklı çocukluk günleri bitti artık. bundan sonrası hep aynı. ama öncesi… öncesinde o vardı.