ipler - kerem ışık

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 22:58 tarihinde gönderildi

Sabah uyanır uyanmaz Ferit’i bir ucu kendisine, diğer ucu işyerine bağlı olan ip çekiştirmeye başladı. Zorla yataktan kalkıp dişlerini fırçalamak üzere banyoya girdiğinde iyice güçlenmeye başlamıştı bu ipin çekimi. Elinde diş fırçası, kıyafetlerini hazırlamak üzere yatak odasına döndüğünde karısının hâlâ uyuyor olduğunu gördü. Zaten bir ucu kendisine, diğer ucu karısına bağlı olan ipin onu henüz çekmeye başlamamış olmasından anlamalıydı bunu.
Apar topar yarı ütülü bir pantolon, düz renk bir gömlek ve soluk renkli bir ceket çıkarıp tekrar banyoya koştu. Ağzını yakan diş macununu sesli bir şekilde tükürdükten sonra buz gibi suyu yüzüne çarparak ayıltmaya çalıştı yorgun bedenini. Henüz tam olarak ayılamadığı için bulanık gördüğü aynadaki aksine bakarken bir ucu karısına bağlı olan ip gerginleşmeye başladı yavaş yavaş.

«Günaydın.»
«Günaydın» dedi Ferit aynadan karısına bakarak. «Sence çok mu yaşlandım?»
«Saçmalama Ferit Allah aşkına sabah sabah. Hadi giyin de iki lokma bir şeyler ye çıkmadan.»
Kendi beline doğru kaydı gözleri. İşyerine uzanan ip iyice gerginleşmeye başlamıştı. Lavaboyu gerektiğinden fazla sıktığını fark etti ve tutuşunu gevşetir gevşetmez işyerine uzanan ipin çekim gücünün de etkisiyle kendini fazla zorlamadan hışımla yatak odasına daldı.
«Ferit!»
Bir yandan giyinirken bir yandan da işyerine uzanan ipi kontrol ediyordu.
«Efendim!» diye seslendi karısına.
«Timur› u uyandır, okula geç kalacak!»
Bir anda bir başka ip daha dolandı beline, işyerine ve karısına uzanan iplerin arasına karışarak. Kravatını sıkılaştırıp ceketini giydikten sonra henüz gevşek olan bu yeni ipi takip ederek oğlunun odasına girdi yavaşça.
«Timur.» Ses yok. «Timur, hadi oğlum, geç kalıyorsun okula.» Yeni beliren ipte hafif titreşimler.
«Ya uf ya.»
Bir an için gerilen ip tekrar gevşeyiverdi. İşyerine uzanan ip onu zorla odadan çıkarmadan önce son bir kez dürtebildi yüzüstü yatan oğlunu.
«Timurrrrr!» Ve odadan dışarı çekiliverdi.
İstem dışı bir şekilde kapıya doğru giderken karısına uzanan ip daha bir sertçe mutfağa çekiverdi onu.
«Ferit! At şunu ağzına hadi. Hala gitmeye çalışıyorsun bir şeyler yemeden.»
«Sağ ol canım. Ellerine sağlık.»
«Arabanın taksidini unutma canım. Bugün son günü biliyorsun.»
«Araba…» diye mırıldandı Ferit ve bir ip daha dolanıverdi beline, işyerine uzanan ip onu son bir zorlamayla kapı dışarı etmeden önce.
«Hayır, hayır unutmam» diye bağırıyordu kapıdan çıkarken.
Üçer beşer atlayarak iniyordu merdivenlerden işyerine uzanan ipin hızına yetişmek için. Saatine baktı.
07:48.
İp daha bir gerginleşti. Hışımla arabaya binip çalıştırdıktan sonra gaza bastı. Sabah trafiğinin karmaşasında ağır ağır ilerlerken bir yandan da düşünüyordu, düşündükçe beline yeni yeni iplerin dolanmasına aldırış etmeden:
«Araba taksidi … Telefonla talimat veririm onun için, sonra ne vardı… Annemin diş parası!»
Yeni bir ip.
«Bugün ayın kaçı acaba? Ev kirasını unutmasak.»
Bir ip daha.
Saate baktı göz ucuyla.
«08:15 olmuş bile.» İşyerine uzanan ip bir anda asılıverdi Ferit’e ve yüzünü neredeyse direksiyona yapıştıracak kadar eğilmek zorunda bıraktı onu.
«Timur kalktı mı acaba? Yine geç kalmasa bari, bu kaçıncı? Öğretmeni arayacak beni yine!» Ucu Timur’la sonlanan ip gerisingeri koltuğa yapıştırdı sırtını.
İplerin devinimiyle bir sağa bir sola sallana sallana işyerinin kapısının önüne vardığında arabanın soluk saati 08:25’i gösteriyordu. Apar topar arabayı park ettikten sonra koşar adımlarla camlı bir kapıdan geçip asansörün önündeki ruhsuz kalabalıkla birlikte beklemeye başladı. İşyerine uzanan ip onu merdivene yönlendirmeye çalışıyor, o direndikçe daha bir gerginleşiyordu sanki. Birkaç saniye sonra asansörün kapısı ağır ağır açıldı ve kalabalık bir çalışan ordusu hücum ediverdi içeri. Etrafındakileri incelemeye başladı asansör yavaş yavaş yukarı katlara doğru tırmanırken. Kimi esniyor, kimisi de fısıltıyla yanındakine bir şeyler anlatıyordu.
«Nereden buluyorlar sabah sabah konuşacak şeyi?» diye düşündü işyerine uzanan ipin çekimiyle yanındakini ittirip dururken.
«Pardon!»
«Affedersiniz?» Şaşırmıştı Ferit. «Bana mı dediniz?»
«Tabii ki de size dedim. Üzerime çıkacaksınız. Terbiyesizliğin lüzumu yok sabah sabah!»
Bunları söyleyen yanında duran kırmızı elbiseli bayandı.
«Hop bilader! Ayıp oluyo ama. Bayan haklı!» dedi kirli sakallı bir adam.
«Evet kardeşim, bu ne böyle sabah sabah!»
Sesler yükselirken son bir gayretle kendini çekip uzaklaştı kırmızı elbiseli bayandan. Sallanmaya devam etti bir sağa bir sola.
«Ben… Şey… Pardon… İpler… İplerden dolayı şey ettimdi» diyebildi sadece.
«Anlamam ben ip mip! Rahat duramayacaksan binme kardeşim asansöre!» diye çıkıştı kirli sakal.
«Ne ipi ayol, çıldırmış herhalde» diye fısıldadı Ferit’le aynı katta bir başka ofiste çalışan gözlüklü sekreter yanındakine.
«Duydum seni» diye düşündü Ferit sinirli sinirli. «Çıldırmakmış! Bu insanlar nasıl başa çıkıyor bunca iple anlamıyorum!»
Beşinci katta kısa süreli bir gong sesiyle açılan asansörden inerken ters ters Ferit’e bakıyordu kirli sakallı adam. İki kat sonra da Ferit ve diğerleri indi asansörden.
Saatine baktı. 08:29.
«Tam zamanında» diye düşündü ipin çekimine kendini bırakmış bir vaziyette ofise doğru kayarken.
Koşarcasına girdiği ofis kapısının hemen solundaki sekreterin şaşkın bakışları arasında «Günaydın!» diye bağırarak odasına kayıverdi Ferit. Odasına girmesiyle üzerinde bilgisayar ve birkaç dosya olan masasının arkasındaki koltuğa kendini bırakması bir oldu. İşyerinde sonlanan ip artık gevşek ve kısacıktı.
«Alo.» Nefes almasına fırsat vermeden çalan telefonu cevapladı soluk soluğa.
«Günaydın Ferit.»
Arayan patronuydu.
«Günaydın Hulki Bey. Nasılsınız?»
«Kötü Ferit. Kötü.»
Sevimli olmaya çalışmıştı Ferit, patronunun sevimlilik anlayışının onunkinden ne kadar farklı olduğunu bir an için unutarak.
«Hayırdır Hulki Bey.»
«Yeni bir iş aldık bildiğin gibi. İki güne yetişmesi gerek dosyaların. İhale var. Vakit yok. Gel, al, düzenle, dosyala, yerleştir…»
Ve bu şekilde en son katıldığı ‹Mükemmel Yöneticilik: Hızlı Konuşma ve Etkili Kavrama I› adlı eğitimden aldıklarını üzerinde çok iyi bir şekilde uygulayarak monoloğuna devam etti birkaç dakika boyunca.
«Dosya… İş… Düzen… İki gün…» diye düşündükçe yeni yeni ipler beliriyordu belinde ve sımsıkı kavrayıveriyorlardı onu. Telefonu kapatır kapatmaz bu yeni iplerin ivmesiyle patronunun odasına gidip düzenlenerek dosyalanacak evrakları alması bir oldu. Odasına geri döndüğünde saati 09:01’i gösteriyordu. Bir an önce çalışmaya başlaması gerekliydi. Ama önce…
Annesinin dişlerine kadar uzanan ip sımsıkı çekiverdi onu bilgisayar ekranına doğru.
«Ah anne, ah anne!» diye oflayıp puflayarak internetten banka şubesine girip havale için talimat verdi. Dosyalara uzanan ipler onu rahat bırakmıyordu bir türlü.
«Ferit Bey buyrun, mektuplarınız…» diyerek odasına dalan sekreter Fatoş Hanım’ın şaşkın bakışları arasında sağa sola sallanmasını bir süreliğine de olsa azaltmayı başardı.
«Masanın üzerine koyuverin. Önemli bir şey var mı ki acaba?»
«Yok canım, her zamanki, ekstreler, faturalar vs. vs. işte» ve Fatoş Hanım odadan çıkmadan dört beş yeni ip dolanıvermişti bile ince bedenine.
«Son ödeme tarihleri… Telefon gecikme zammı… Eyvah, araba!»
Bir anda ucu arabada sonlanan ip gerginleşiverdi. Sarsıldı oturduğu yerde. Telefona sarıldı hemen.
«Merhaba, araba taksidini hesabımdan otomatik olarak çekmeniz için talimat verecektim. Evet… Evet… Veriyorum hesap numarasını…»
Dosyalar gözünün önünde büyüyüp duruyordu sanki. Ne demişti patronu?
«İki gün demişti zannedersem» diye düşündü bir yandan hesap numarasındaki gereksiz onlarca numarayı birbirine karıştırmadan okumaya çalışırken.
«Annemi de arayıp havale yaptığımı söylemeliyim.»
Artık hangi ipin gerginleşip hangi ipin gevşediğini takip edemiyordu. Ekstre ipleri, fatura ipleri, dosya ipleri, aile ipleri hepsi hepsi birbirine dolanmış gibiydi.
Telefonu kapatmasıyla yeniden çalması bir oldu.
«Alo!»
«İyi günler Ferit Bey, ben Timur’un öğretmeni Asuman Hanım. Oğlunuz bir kez daha geç kalırsa bu kez sizinle değil müdür beyle görüşmem gerekecek. Takdir edersiniz ki bursa ihtiyacı olan birçok öğrenci bulunmakta ve bunların arasında derslere devam etmekte problem yaşamayacak pırlanta gibi çocuklar var. Oysa Timur’un yalnızca bu öğretim döneminde geç kaldığı günlerin sayısına bakacak olursak…»
Timur’a uzanan ip masaya yapıştırıverdi başını. Dosyaların ipi onu kaldırıyor, Timur’un ipi ise gerisingeri vuruyordu başını tahta masaya.
«Ah Timur ah, ah…» diye düşünürken bir yandan da «Haklısınız hoca hanım…», «Bir daha olmayacak hoca hanım…», «Bizzat ben…» ile başlayan cümleler kurmak durumunda kalıyordu ara ara.
Telefonu kapattığında belindeki iplerin etkisiyle açık denizde fırtınaya yakalanmış gemi misali bir o yana bir bu yana sallanıp duruyordu. Yapması gereken yeni yeni işleri, ödemesi gereken yeni yeni faturaları hatırladıkça eklenen ipler için artık belinde yer kalmamıştı.
«Badanacının parası… Telefon arızayı aramalıyım… Timur’un dersane parası…»
İpler kollarına, bacaklarına ve boynuna dolaşıyor, giderek hareketleri kısıtlanıyordu. Neyi önce düşünüp, nereden başlaması gerektiğini şaşırmıştı artık. İplerin devinimi onu koltuğuna mıhlamıştı.

Birkaç saat sonra…

«Evet Hulki Bey. Hemen gelseniz iyi olur. Evet efendim. Az önce oradaydım. Bekliyorum efendim.»
Fatoş Hanım ahizeyi elinden düşürüp soluğu Ferit’in odasının önünde aldı. Hulki Bey bunca işin arasında onu uğraştırdığı için Fatoş Hanım’a söylenerek yerinden kalktı. Pahalı köselelerin parkede çıkardığı tok sese kulak verdi diğer çalışanlar. Ve meraklı göz çiftleri takip etti usulca Hulki Bey’i Ferit’in odasının kapısına kadar.
«Evet Fatoş Hanım. Umarım gerçekten dediğiniz kadar önemli bir durumdur bu!»
Fatoş Hanım tir tir titriyordu. Sinirli hareketlerle gözlüğünü düzeltiyor, bir yandan da kekeleyerek konuşuyordu.
«Evet… Evet Hulki Bey… Anlam… Veremedim.»
«Durun bakalım.»
Ağır ağır araladı kapalı kapıyı Hulki Bey. Neredeyse tüm ofis çalışanları arkasına geçmiş bir şeyler görmeye çalışıyorlardı. İçeriye girdiklerinde onları karşılayan masanın başındaki karman çorman bir ip yumağı oldu sadece. Dikkatli bakanlar ipten kozasının içinde kımıldayan bir çift gözü de fark etmişlerdir belki. Kim bilir…