sayı: sekiz

bunu yaşamak - mehmet koz

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 02:45 tarihinde gönderildi

Dudağında, ısırdığı sigarası, kalem elinde, bir şeyler yazıyor masada. Gece kim bilir saat kaç. Gece mi, sabah mı? Kısık gözleri kâğıtta, evde yapayalnız, yazı yazmakta, zor durumda. Bu haliyle bile hiç kuvvetli görünmüyor. Öyle ya; tek başına yaşayan, fosur fosur sigara içen, etrafını değil önündeki kâğıdı düşünen biri olmak, hem de gecenin bir yarısı olmak, güçlü bir insanı simgeler çoğunluk. Ama bu öyle değil. Sigarada uzayan kül boynunu büktükçe, kendi direnci de büküyor boynunu. Eridikçe sigara, gücü de eriyor sanki. Ne yazdığı belli değil.

bahara ileti - ayten suvak

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 02:39 tarihinde gönderildi

Nasıl istersen
Önce saçlarını dağıt
Bak nasıl huylandı rüzgâr
Kızıl gölgelerin ucunda
Sen dalgalı Bahar
Tut onu bütün hışmınla
Sonra içerilere sokul
Tel tel durul düş yağmuru
İkiz tepeleri yalayarak
Damla damla sal kestane ağacına
Alevden gölgeleri
O esrik rüzgârdan deli
Dağılmış perçemler bir ışık seli
Ve coşkun bir ırmak yağmura karışan

[isimsiz] - tuğba irat

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 02:37 tarihinde gönderildi

Parmak uçlarımın yetkinsizliğine gülüyorlarmış
Gülsünler
Onlar nereden bilecek
Bendeki ölü denizi
Bir fırtına kopsa, kasırgalara kapılsa her bir yanım
Sonra kulak kesilip dinlesinler
Meltemlerin çaldığı ıslıkları yakamozlara,
Parmak uçlarımda yarattığım

ilan açan ağaçlar sokağı - haldun akçakoca

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 02:35 tarihinde gönderildi

güzel bir Ankara gününe ve O ağaca…

Üç beş cılız ağacın olduğu sokaklarda dahi, baharın geldiği hissediliyordu. Kentte tek renk değiştirebilen varlıklar olan ağaçlar, işveli sürgünler vererek baharın renklerini donanmaya başlamışlardı. Saçtıkları kokular, egzoz dumanlarına rağmen, ılık meltemlerin yardımı ile baş döndürücü olmayı başarıyorlardı.

Deoksidasyona uğrayan ağaçların olduğu sokakta ise durum biraz farklıydı. Kentin, araba girişinin yasaklanarak yayalara ayrılmış olan bu sokağında ağaçlar, bırakın çiçek açmayı, sürgün dahi vermemişlerdi.

mümkün olabildiğince romantik bir aşk şiiri - serkan ışın

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 02:31 tarihinde gönderildi

oradan geliyordum
kumpaslarla teyellenmişti yol başları
mengenelerle falan kesiliyordu kavşak
ara sıra güneş çokça ay
kimi zaman zifiri dört bucak

–kaçmam kurtulmam için hepsi–

apartman odalarında ve annemin
pek sevdiği tuhaf basamaklarla
boğuşuyordum ellerim dudaklarım
bacak aram böbreklerim alçıyla sıvalı
elbette virajlar paslanmıştı
elbette heyelan mıntıkasına girmek
yasaktı
ve elbette
durup dinlenmek…

dörtlükler - osman serhat erkekli

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 02:26 tarihinde gönderildi

I

Şunu anladım; dudakların
Elleri ayakları var
Dudakların dudakları var
Öpüşen

II

Kedi
Bütün gün
Yeni yüzyılı bekledi
Ben yorgundum

III

Yıllarca deniz şiirleri yazdım
Kara dedi ki: Ey şair
Deniz annense ben babanım
Beni niye unutuyorsun

IV

Gecenin bu ilerlemiş saatinde
Yalnızlık sadece ama sadece kendi şarkısını mı söyler?
Gece bitecektir bir gün ama
Yalnızlığın adımları bitmeyecektir

V

Yeryüzü bozar dengeleri
Ruhlar eşittir oysa
Ne yazık ki biz bu –meleklerden adi– gökyüzünü de

alkış tutuyorum... - pelin erdoğan

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 02:22 tarihinde gönderildi

Sabahın fersiz ışığı griye boyamış sokakları. Şöyle güzel, pırıltılı bir güneş olsa, sokaklar pembe-sarı görünse! Kaldırım kenarında üç dört kedi dedikodu yapıyor. Tüh! El arabası: gıcııır, gırç!.. Kaçıştılar her biri bir yana. Tam da en heyecanlı yerindeyken! Şişman hanım balkondan çarşaf silkeliyor. Göz ucuyla bu yana bakıyor. Doğru. Ne ayıp! Aylardır silinmez mi bir pencere? Perdem de temiz sayılmaz. Ya şu bakışına ne demeli şimdi! Bu kadar da olmaz ki! Dikiyorsun gözünü. Ötekine. Daha küçük olana. Güneye bakana. Kırık, evet. Tüm kışı böyle geçirdim. Gazete kaplı. Böylesi, camlısından daha iyi. Okuyorum arada bir. Can sıkıntısına iyi geliyor.

Rüzgârın gıdıkladığı kol altlarım. Leş gibi. Ter. Tenimde. Yosun kokusu. Yakıcı. Denizde. Dans edişi rüzgârın, solunda ter, sağında yosun. Ben de girsem aranıza. Yer açsanız! Meloş’la. Tombul kolları. Boynumdan göğsüme bıraktığı. Tüm ağırlığı bedeninin. Gülümsetir yüzümü. Bir şey var, belki engeller gülüşümü: yanaklarıma sarkan göz altlarım. Halka halka. Ya da dağınık sakallarım? Batar mı gülüşüme? Acıtır mı? Meloş’un yüzünü. Cildim ne buruşuk öyle, çarşafım! Kederin telvesi. Yüzümde donan. Aynadaki siluetim: kirli bir kahve fincanı.

yokluğunun rengi beyaz - tayfun ışıldar

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 02:17 tarihinde gönderildi

gelişi bana yaz diyordun ya…
ellerim buz, tenimde ayaz
neye değsem,
nereye gitsem, yokluğun beyaz

uzun sürdü yüreğimdeki kış
uzatsam ellerimi, eski bir otel odasından
sesimi bulabilir misin
bunca eskitilmişliğin arasından

çarşaflara seriyorum sensizliği,
sürahindeki su kadar eskimiş ayrılığımız
dönüşsüz gitmeler iklimindeyiz
nedensiz bu ağlamalar

zaman,
yokluğunu büyütüyor
kapanmamış bir yara da…
yorulmuş bir güneş gibi gözlerin
kirpiklerinde şarapsı sarhoşluk
bakmasam düşecekler,
ıslak bir ikindi vaktine sorgusuz

akşamüstü - kemal gündüzalp

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 02:15 tarihinde gönderildi

Sözümü tutacaktım gün ikindiye varmadan daha
akşam alacası içinde yığılıverecektim kucaklarına.
Ne damdaki ürkek kedi, ne kızgın kemancının sesi
ağlayabilmek için düşüverecektim ayaklarına
kendi görüntüsünde yiten silik bir yansıma gibi!

Duvarlarda hiçbir şeye benzemeyen çocuk resimleri
nakışlanmış gökyüzü, bir kadeh şarap, çokça esrime.
Hadi avuttular beni diyelim, gözlerim kapanmadan
aç bir yılan tıslamasıyla sürünürüm yollarda öylece
kendine dalmış sabrın sonu. Neydi o zehrin gizemi?