kuzey yıldızı - özgür macit

Vedat Kamer tarafından Cu, 09/02/2007 - 01:09 tarihinde gönderildi

sırlamızı anlattığımız zamanlar vardı —yalanlarımızı paylaştığımız sırlarımızı. birbirimize bahsettiğimiz sahte hikâyelerimiz bir de, sevdalarımıza, umutlarımıza, hayallerimize dair. yağan yağmurların mutluluğu yansırdı suratımızda o zamanlar, gülümserdik hep birlikte: bakırdan suratlarımızın ortasında sigara sarısı dişlerimiz çıkardı. gece olurdu sonra, güneşin batışına ağlardık, mutluluk makyajı akıp, maskesi düşmesin diye silerdik karşımızdakinin gözyaşlarını. yıldız kokardı nefeslerimiz.
sizinle olmayan her an saplanan yeni bir bıçaktı kalbimi besleyen damarlara. bilakis, yalnızlıkmış damarlarımda dolaşan ve yalnız olmayan tek şey bende yalnızlıklarımmış yine.
«yalnızlıktan korkuyorsun» dedi biriniz sonra. düşündüm, aslında düşünmekten korktuğumu buldum. düşündüm ve o vakit anladım mahpuslukta olduğunu en büyük özgürlüklerin. kendimi azat ettim, hayallerimi sizin yalnızlıklarınıza mahkûm kılıp.
bir de şimdi sorun isterseniz, yılanları neden tutsak ettiğimi gözlerimde. vereceğim cevaptan korkun çünkü önceden bana sorduğunuz sorularda cevaplarım sizin kendinize vermek istediklerinizdi. artık kendi cevaplarımı veriyorum sorulanlara ve ancak yanıtlamak istedikçe. sevmiyorum, özlemiyorum kimseyi artık, duygusuzluğu yaşıyorum fırat’ın vadilerden çoşkun ama sesini duyuramadan akması gibi. peki siz de benim gibi duyabilir misiniz duygusuzluğu? benim gibi bakabilir misiniz gökyüzüne umutla, yıldızlar size inat başlarını kendi gökyüzlerinden indirmezken?
birlikte akmak aynı kayaların
arasından —sizin gibi sevgisi hatıralara sığan insanlarla— ve birlikte delmek aynı taşı sabırla, benim seçimim değildi, emin olun. artık bırakın deniz tenimi öpse, güneş alnıma dokunsa bile bana değmez. öyle bir tokat yedim ki lodosunuzdan, sormayın.
bilirsiniz eskiyi yaşadık yeni olmaya çalıştığımız zamanlarda bile. oysa ne kadar kalın bir halatla bağlamışlarsa beni hatıralara o kadar büyük bir kuvvet onu koparan boynumdan. ağzıma bağladığınız gemi söküp attım işte ve ne limanlarınızda bir gemi ne de kalplerinizde beni hatırlatacak bir sevgi kırıntısı bırakmadan gidiyorum —sofradan ekmek kırıntısı bırakmadan yarı aç kalkan birisi gibi— ve gökyüzümdeki bütün yıldızları ceplerime doldurup terk ediyorum yaşadığınız dünyayı.
bir tek elvedayı hak edebilseydiniz benden onu da esirgemezdim elbet ama siz bana geldiğinizde merhaba dememiştiniz hatırlarsanız. ben de hakkınızı verip iyi şeyler dilemeden terk ediyorum sizi. gittiğim yere gelirseniz bilin ki oradan da kaçacağım.
bir şiirdiniz —zamanında— kahverengi solmuş yapraklarında çizgili şiir defterimin, sildim. yeniden yazmamak için defterimi sağlamca bir taşa bağlayıp hatıraların yaşandığı yerden denize attım.
«ayrılıklar gölgenin hükümdarlığıdır» demiştim yıllar önce:
«kahrolası ayrılık
kalemin
kahrolası gücü!»