Akasyalar kaçarken
yarınlarınız ıslanmış buruşuyor,
gelin bir yatak bulalım.
işçiliği çok fazla beyazlarınızın,
zarar edersiniz, bozdurursanız.
dünya güzelisiniz ama
beyazı siyah görüyor gözleriniz.
bir bir gece masalları okuyorsunuz
sosyal sınırlar kurumu hastahanelerinin
kürt-aj sahnelerinde.
göz aldanması diyorlar nasıl olsa
korkmuyorsunuz çoğalmaktan.
içinizin anahtarını yutuyorsunuz
günde her defa.
göz ucunuzdaki aşırı tahriş olmuş çocukluğunuzun
çaresizliği mutluluk aslında;
var mıdır -bici-yle biten kelime
leblebici ve muhallebiciden başka.
ayrılıktan kâse kâse nasiplenen kızlığınızın gözyaşları
kaşıkla sıvanıp, tekrar sokuluyor ağzınıza.
Ah cevizli kek tadındaki dudaklarınızın
ayrı olmalı mezar taşı.
her rüzgârı gitmeye yoruyor
ağzı burnu kırmızı eteğiniz.
ve her sakinlik gecikmiş bir gitmek oluyor,
boynunuzdaki şala sulanan işaret parmağınızın
zengin kalkışına yeltenen ritmi
sinir bozuyor.
güneşin denize muhtaç renklerinin
asgari tonlarını bile ödeyemiyorsunuz geri.
gözlerinizi emen bebekleriniz
büyüyünce hâkim olacak belli ki.
sololardan bıkmış kemancılardan kurulu ses telleriniz
küçük diliniz şefliğinde soruyor bizlere;
iğde ağaçlarının boğaz tıkayan mutluluğunu.
kurdelelerden görünmüyor
üç artı bir renkli tırnaklarınızı kiralayan elleriniz.
içinizdeki postun kıymetini bilseler
kaçamazsınız yüreği konsomasyondaki adamlardan,
yanağınızdaki tembel gamze için ümitli hâlâ
kinge oturan peygamberlerimiz.
yalnız bir göç yolu üzerinde
ne zaman gözünüz seğirse
cilvelere yoruluyor haince.
İç açı-cı formüllerle dış acı kalıyoruz hep
yakarken toplamı yüzseksen derece sıcaklığınız.
alfabenin sıfırını soruyorsunuz edebiyat hanında.
elimizdeki nokta kılıklı alevlerle
yakmak için,
yakışmaya çalışıyoruz ağzınızdaki aşk tüten, filtresiz mısraya.
ocak-2 00 3
[16 ocak 2003] {553}
- Yorum yazmak için giriş yapın ya da kayıt olun