Çapkın bir samyeline bırakıp ilk kıvırcık, simsiyah saç telimi, şu memur kılıklı, sümsük adamın omzuna konduruversem. Biraz daha zorlayıp, yoluk yoluk sağa sola, şu utanmaz kiraz ağacının çırılçıplak dallarına, adaklar adayıp asıversem. Yok, yok. Bir makasa sarılıp, bu işi kökünden mi halletsem? Az evvel şuracıktaydı, nereye kayboldu şimdi burnum. Küçük, sevimli, kalkık burnum. Yok işte, bulamıyorum! Acıkıp girdiğim pidecide sümkürüp durduğum mendille beraber atmış olacağım bir yerlere! Oysa ne kadar güzeldi benim burnum. Tıpkı yolunası, kıvırcık saçlarım gibi. Daha bu sabaha kadar ne de güzel görünürdü gözüme hepsi. Yok, artık hiçbirisini istemem! Yüzümü silsin isterim poyraz. Yüzü olmayan bir kadın olmak isterim! Daha bu sabaha kadar ne de severdim ikisini de! Bu sabah, ta ki neden annemin, sırma düz, sapsarı saçları, deniz mavisi gözlerine rağmen benim bir gece kadar karanlık oluşumu bir tokatta kavrayana değin. Neden çocukluğumdan bu yana, her sabah, bu sarışın kadının, kıvır kıvır saçlarımı kopartacasıya, saatlerce taradığını, üşenmeden taradığını anlayana kadar… Defol! Diye bağırdı. Defol git o kara çıyana. Kalktı, kapıyı çarptı, gitti babam. Gözlerim kalsa da olur. Nerede bu Allah’ın belası makas?
- Yorum yazmak için giriş yapın ya da kayıt olun