ikilem - osman serhat erkekli

Vedat Kamer tarafından Çar, 31/01/2007 - 00:03 tarihinde gönderildi

Etimin kurtuluşunu ruhumun
çaresiz zehirlenişine borçluyum
                          - André Gide

Bir sonsuzluk balkonda
Eski aşkları mı anlatır

Aşk ki konsül bir at gibi
Hep önde gider; biz onun kuyruğuyuz da

Bir güvercin bir serçeyi nasıl kovarsa
Öyle dövüyor bakışların beni

Bir kaplan bir kaplanı izlerken
Bir kedi bir kediyi mi yoksa

Sen bir kaplansın da
Ben bir kedi miyim

Fazla konuşamayacağım
Beni unutma

Ellerimdeki sonsuzluğun
Beni yorduğunu unutma

Ve şunu: Kadın bir beyittir benim için ancak
Ben sonsuz bir şiirin peşindeyim oysa

Uyuyor musun
“Hafiften, yavaş yavaş, evet”

Ölüyor musun, ölüyor muyuz
Ölüm uykudan daha hızlı elbet

Sen bir at gibi bana koşuyorsun rüyanda
Gece koşuyor, ölüm koşuyor şuramızda

Söyledim yeniden söylerim
O atların buharlaşan soluğuyuz biz havada

Uyuyor musun uyuyor muyuz
Duyuyor musun taşların uykusuzluğunu

Dünya peşimizi bırakmıyor
Biz bıraksak da peşini

Ömrümüzü işgal eden bir şey var
Sevmeden meşgul olduğumuz

Ölmüşüm ama diyorlar ki
“Osman Serhat yalnızlıkta ısrar ediyor hâlâ”

Uyuyor musun uyuyor muyuz
Duyuyor musun taşların uyumadığını

Tanrı ki kendinin yoksuludur
Taşlardan daha zengin değildir belki

Eserimin adı çocuğumun adı sitemdir benim
İhmal et beni ama unutma

Ben gideceğim bir gün, sen
Bir yılana sarılır gibi yalana sarılacaksın

Ben gideceğim bir gün ama
Farz et ki yaşıyorum

Kadıköy’deyiz ve
Çay içiyoruz

Unutma tahammül edilmez bir kartal olduğumu
Olduğumuzu

Ki serçeler çarmıha gerdi bizi
İkimizi

Sevincim, sevincimiz
Serçelerin felaketiydi çünkü

Bize nasıl ölüneceğini öğretmedi öncekiler
Nasıl sevileceğini

Tırnaklarımızla kazıdık, oyduk
Hayatımızı nankör bir mermerden

Kum kumu nasıl sever
Kum saatinin içinde

Belki zamanı sevdik yalnızca
Eski hayatlarımızdan bugüne yenilenen çığırımızı

Bir çığ gibi döküldü üstümüze
Sapkın eğilimler

İki avcı kar altında
Dondu diyecekler

Paul Arthur’u niye vurdu anlıyorum
Erkek mi dişi mi bu kumru

Bulutların cinsiyetini
Karıştırıyorum

Büyük adamlar büyük adımlar
Küçültür mü aşkları yüceltir mi

Bir gün elbet hoş görülecek Puşkin’in gizli güncesi
Sade’ın yaşadıkları

Gölge ki bir hayvandır
Dolaşır ahlak denen sıradanlığın üzerinde

Bir tek mısramı bile değişmem mi dedin
Her uykusuzluğa, her hazza

Ne demiştin:
“Uyuyor tanrı! Uyuyor aşk!

Uyuyor rüya! Uyuyor mutluluk!
Uyuyor haz! Ama daha da büyüyor

Gözkapakları acının”

Kırılan camlarıyla baktık gözlerimizin
Gördüğümüz suskun bir körlük, sağır bir çağ

???
Kanatlarım fazla geliyor artık bana

Manukyan öldü
Bütün genelevlere kara bayrak çekildi

Biz biricikliğimizin
Soylu bayrağını taşıyoruz gizli çekmecelerde
Unutma
Denizlerin sesini getirdiğimi sana

Lanetli bir denizci
Kendi kayığında boğuldu diyecekler

Farz et ki yaşıyorum ve
Kadıköy’de çay içiyoruz

Ömrüm parçalanmış, yitik yıllar
Artık kimse yapıştıramaz

Tanrı bizim için yakıştırdığı evreni
Ters giydirdi ruhlarımıza

Yoksa biz de ölümsüz olacaktık
Melekler gibi

Ne diyordu gazete haberi
Ressamlıkla geçinen ve Van Gogh adında biri

Auvers yakınlarında bir tarlada
Tabancayla vurmuş kendini

Farz et ki yaşıyorum ve
Kadıköy’de çay içiyoruz

Yılların defterini dürüyoruz belki ama
Zaman denen şey de bizim defterimizi dürüyor

Doğduğumuz yılı uzatıp duruyoruz işte
Uzayan uzanan bir çocuğuz ölüme

Ben 1968’i uzatıyorum daha çok

Bir kış günü, İstanbul’da, Beyoğlu’nda
Elleri cebinde yalnız gezen bir çocuk

Öncesiz ve sonrasız duyumsuyorum
Kendimi bir tanrı gibi, birer tanrı gibi

Değişmeyen şeyler de var dünyada
Mum, çakmaktaşı ve kibrit ve tekerlek

Perde ve şemsiye, kadınların peçesi
Senin gözlerindeki ışık

Aşk, yalnızlık, ölüm
Ve birer tanrı olan bizler


Değişmiyoruz

Hayatımız parlıyor ve sönüyor yine de bir kibrit alevi gibi
Biz birbirinde yansıyan gölgeleriz

Ve bir sakız gibi uzuyor şehir
Bizler o sakıza bulaşmış karıncalar misali

Aynı denize dökülen nehirleriz

İnsanlar ve hayvanlar beni garipsediklerinde
Kanatlarımı göster onlara

Erimiş mumdan kanatlarımı
Naif bir şiir belki, doğuştan mumya

Tanrı takmıştı kanatlarını da
Bir zamanlar bu adama

Ben cahil bir gövde, nafile bir şiir
Belki mumya

Bu şişman adamlar arasında
Gittikçe cılızlaşan ruhlarız

Farz et ki yaşıyorum ve
İstanbul’da, Kadıköy’de çay içiyoruz

“Ben hapishaneden yeni çıkmışım
Sait’in karaciğeri sancılar içinde”

Rüzgâr, bir kapı durmadan çarpıyor
Sarıldığım mısraı Nâzım’ın ta çocukluğumda:

“En yalnız dalganın üzerine
Boş bir konserve kutusu”

Farz et ki yaşıyorum
Yaşıyoruz