boş sandalyeler neyi imler - serkan ışın

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 16:47 tarihinde gönderildi

Boş sandalyeler, orada olamayanları imler. Yemek takımlarının meşe ya da arduvaz sandalyeleri işçiliklerini, masif kaplama masanın etrafında değil, evin içindeki dağılımları ile yerine ulaştırırlar. Evin, orasına burasına dağıtılmış sandalyelerin imledikleri şeyler, kısmen artık ağırlanamayacakları orta alanlardan çok kenarlara ilişmesi beklenen hayaletler içindir. Sadece bir kişi için düzenlenmiş bir odada fazladan bir misafir için konulacak bir taburenin, minderin, iskemlenin ağırlayacağı ve taşıyacağı şeylerin yanında, hiçbir zaman misafir edilemeyecek ama mis-a-birliğe çağırılacaklar için «hacim» yaratmak sorunu da vardır.

Bu eksik boşluklar, tıpkı binaların temelleri gibi gözün göremeyeceği ama belirsiz bir sorgulamadan sonra orada olmaları gerektiğini bize bildiren hayali tonozlardırlar. Bir evin bilinçdışının dile gelmesi fazla sandalyeler, oraya buraya dağıtılmış boş yerlerle oluşturulur.

Öyleyse bir evin, yaşanan bir evin, canlılar evi olarak anılması, ancak ve ancak böyle dağınık oturmama sandalyeleri ile belirlenebilir. Her edimin gözetleyeni olarak bu boş tabureler, bu cilalı ama tema/ıssız bedenleri ile kapladıkları boşluğun ücralarını ısıtırlar. Donmuşun, katılaşmışın, az önce Zaman-dışılaşmışın izlerini görünür kılarlar. Dağınık halde, ne idüğü belirsiz bir sandalye oturulmak için değil, oturulmamak için oradadır. Eşyalarla olan irtibatsızlığı göz çarparken, orada yasın mesken tuttuğunu herkes fark eder. Orada olamayan sandalyedir. Gövdeyi es geçmeyi, evin içine yayılması muhtemel fazladan sıcaklığı, nefesi, kan dolaşımı evrensel bir yasa gereği gerece dönüşmüştür artık. Atılmış bir musluk, biriktirilmiş bir kâğıt, kenara iliştirilmiş bir nesne, artık kullanmamakta ısrar eden ve derece derece işlevsizliğe giden eşya, cisimleşememiş şeylerin izleri, sürümleri olarak evin verimini fizik ötesi bir alan ile fizik bir alan arasında, orada olamayanın, bu-artık-raddedekinin aradalığını işaretler ve geçerler. Göz her zaman, gövdeyi ilişikte olabileceğinin yanına götürür. Zihin ve dil sadece sürüklenir.

Evin, hesaplanabilir bir enerji aralığında görünür kılınmasını sağlayan şeylerin izleri, genelde işlevleri artık pek umursanmayan eşyanın kalıtlarındadır. Belki de ev, evin içi ve dışı arasındaki bu doğa, çiçeklerin açmasına el vermeyecek derecede üzgün örtüsü ile kendisi orada olmasa da bizi burada kılanların doğasıdır. Kent içinde ikame edilen yıkık dökük binaların imledikleri şeylerin kökünde, asla kök olmamış fakat filizlerinde zihne uç vermiş, bir türlü çözülmemiş fakat gözlenmesi, kaybolduklarında ne olacağını pek bilmediğimiz için, bakışın çevrimi içinde tutulması gereken ara-katlar yatmaktadır. Dokunulamayacağı gibi, bundan sonra da daha fazla ölmeyecektir. Oysa, ölüm, zaman ile mekân arasındaki bir bulanıklaşmadan başka bir şey değildir. Her eşya, öte taraf ile aramızda, gövdemizin bir milim ötesi arasındaki dile-gelmeyi-bekleyen, daha dile gelmemiş olan, hep dile eziyet olanın kısımlarını sergiler, henüz söz bile olmayan şeye «harabe» derken düşünmemiz bundandır. Harabe, yıkıntı, ücra vb. zihnimizin işlemediği yerleri doldurur. Sorun hiçbir zaman «madde» değildir, katılaşabilmesi olası bir hıçkırık korkusu ile kapanır tüm rüyalarımız. Algılanabilir bir biçim skalasına eriştirilmemiş hiçbir rüya yoktur.