söyleşi: tekin gönenç

Vedat Kamer tarafından Cu, 29/09/2006 - 13:47 tarihinde gönderildi

Kuzey Yıldızı: Edebiyat dergileri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Tekin Gönenç: Edebiyat dergileri son zamanlarda oldukça çoğaldı ve iyi ki de çoğaldı. Yeni dergiler aracılığıyla, amatör yazarlara ve yolun başında olan gençlere olanaklar yaratılmış oldu. Herhangi bir nedenle hakkını alamamış, belirli dergilerde yayınlanması gerekirken yayınlanmamış eserlere ve bu eserlerin yazarlarına yararları açısından, edebiyat dergilerinin çoğalmasının çok önemli bir girişim olduğunu söyleyebilirim. Bu tip yayınlarda süreklilik çok önemlidir. Ülkemiz koşullarında zor olmasına karşın dergiciliğe başlarken, derginin sürekliliğine inanmak ve devamlılığı ilke edinmek gerekiyor. Bu olmayacak bir şey değildir. Türkiye’de hep süregelen, özellikle şiir ortamında kendini gösteren bir durum da şudur: dergiler yayın hayatına başlarken bir bildirge yayınlarlar. Bu bildirgede derginin hangi amaçla yola çıktığından ve hâlen nasıl bir poetika izleyeceklerinden söz ederler. Fakat zamanla dergiyi yönetenler bazı nedenler yüzünden bildirgenin dışında kalabiliyorlar. Derginin bildirgesinde sözünü ettiği poetikanın sık sık dışına çıkması, derginin kimliğinden ödün vermektir diye düşünüyorum.

KY: İnsan faktörü işin içine girdiğinde, çeşitlilik ortaya çıkıyor, herkesin poetik anlayışı aynı çerçevede olmuyor.
TG: Ben şu açıdan düşünüyorum, eğer bir bildirge yayınlıyorsanız ve belirli bir şekilde varolacağız diye söylemlerde bulunuyorsanız, bahsettiğiniz şekilde olmanız gerekir. Okuyucular ve edebiyat çevreleri sizden bunu bekler. Bu sorumluluk isteyen bir şeydir. Eğer bildirge yayınlamadan dergi çıkarıyorsanız, ki benim tercihim budur, belli sınırlara sadık kalmak zorunda değilsiniz.
KY: Şiir anlayışımız ve bakış açılarımız değiştiği, geliştiği için bunun mümkün olmadığını söyleyebilir miyiz?
TG: Hiçbir oluşum tek başına değildir, genel oluşumun bir yansımasıdır. Sanatta değişim kaçınılmazdır ve o değişime ayak uydurmak bir yerde sanatçının görevidir. Örneğin bugün internet dünyasına giriyoruz; dün yoktu, ama bugün var. Dünkü şairler internet ve benzeri yenilikler olmadığı için onlardan söz etmiyorlardı. Günümüzde bu yenilikler neden şiirde yansımasını bulmasın? «Değişmeyen tek şey değişimdir.» söylemi her zaman için geçerliliğini koruyacaktır. Bir şeye illaki sadık kalmak, varolan değişime direnmek anlamsız diye düşünüyorum.
KY: Edebiyat dergilerindeki bu artış kalitenin düştüğüne dair bir kaygıyı gündeme getirdi.
TG: Bence bu konuları fazla önemsememek lâzım. Dergilerin ulaşacağı bir hedef ve tutturduğu bir yol varsa, sağdan soldan gelen laflara pek kulak asılmamalı diye düşünüyorum. Biraz önce söylediğimi yineliyorum: Bir bildirgeyle çıkmanın birtakım riskleri vardır. Oysa sanatta esneklik gereklidir. Benim görüşüme göre sınırlar koymak pek doğru değil. Eskiden de böyleydi. Örneğin Garip akımı… Eskiyi dışlayan Garip şairleri, Tanzimat döneminden beri süre gelen eski şiir anlayışına tamamen başka bir şekilde yaklaşıyorlar. Eskiyi reddediyorlar ve yeni bir akım başlıyor. Arkasından fazlaca etkisi olmayan Mavi akımından sonra İkinci Yeni çıkıyor ortaya. Bunların içinde somut bildirgesi olan tek akım Gariptir. Orhan Veli ve arkadaşları tarafından hece vezni ve imge dışlanmıştır. Mavi Dergisi, Ankara’da çıkan bir akımın temsilcisidir. Türkiye’de yeni şiir akımları, bir rastlantı mıdır nedir, Ankara’da oluşmuştur. Mavi, İkinci Yeni akımlarının birebir bildirgeleri olmamıştır, ama ciddi eleştirileri vardır. Bu akımların bildirgesi olmamasına karşın yenileşme için açtıkları kapılar ortadadır. Sizin de bir bildirgeniz yok. Ben Kuzey Yıldızı’nı son dönem şiirlerinin ağırlıklı olduğu bir dergi olarak görüyorum, son dönem derken de seksen sonrası yazılmaya başlanan şiirleri kastediyorum.
KY: Şu an şiire olan ilgi arttı. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
TG: Şiir ortamı eskisinden daha iyi. Eskiden beri bazı kopukluklar vardı. Okurla şair arasındaki kopukluklar yavaş yavaş azalmaya başladı. Bu durum gençlerin çabasıyla oluşuyor, üstelik gençler iyi şiirler de üretiyorlar. İyi şiirler üretilmediği, şiirde imge yoğunluğunun arttığı ve bu yoğunluğun okurla şairi birbirinden uzaklaştırdığını savunanlar da var. Hatta bazı okurlar şiirin aşırı soyuta, karanlığa ve anlamsızlığa yöneldiğini, imge salatası hâline geldiğini düşünüyor. Ben ise, her dönemde olduğu gibi değişik yapıdaki şiirlerin bir arada olduğunu düşünüyorum. Birtakım dengeler sağlanıyor gibi. Yeni arayışlar var ve bu yeni arayışların olması gerekir. Fakat bazı şeylerin eksik olduğunu da söylemek gerek. Bazı şairlerin eskiyle bağını tamamen kopardığını görüyorum. Eskiler tadında yazılsın anlamında söylemiyorum. Çünkü eskiler dönemini tamamlamıştır. Fakat her dönemde eskiler yeniyi doğurmuştur. Yeni şiirler eski şiirlerden yararlanacağı öğeleri almıştır ve daha başka bir şiire doğru yönelmiştir, zincirin halkaları gibidir. Aruz vezni, iç ritmi ve iç müziği getirmiştir. Hececilerde ise kalıp ve disiplin vardır. Disiplinin ve iç sesin bugünün şiirine taşınabilmesi, şairin bu öğelerden birtakım kazanımlar sağlaması çok doğaldır. Bütün sanat dalları için düşündüğümüzde donanımlı olmanın hiçbir şey kaybettirmediğini, aksine kazandırdığını görüyoruz. Ama gününü tamamlamış şiir akımlarının bugünün şiirine hâkim olması diye bir şey söz konusu olamaz. Mevlâna’nın dediği gibi: «Dün dünde kaldı cancağızım, yeni şeyler söylemek lâzım.» Herşeyi bilmeliyiz ama kendi şiirimizi kendimiz oluşturmalıyız diye düşünüyorum.
KY: Yeni oluşumlarda, şiirin içindeki imgelerin, okura duyumsatmak istenenden ve kendi bütünlüğünden uzaklaştığını görüyoruz. Sizce bunun sebebi nedir?
TG: Eğer imge, şair tarafından şiirin başat öğelerinden biri diye kabul ediliyorsa, farklı bir önem kazanıyor. Bazıları benim her dizem değişik imgelerden oluşsun diye düşünüyor ve şiirin kendi ayaklarının üzerinde durup durmadığını önemsemiyor. İmge önemli ama özgün, dengeli ve dozunda olmalı. İmgesiz şiir düşünülemez; fakat şiiri tamamen birbirinden kopuk imgeye boğarsanız şiir kendini kaybeder. Tamamen havalarda uçuşan imgelerle bir yere varılabileceğini düşünemiyorum.
KY: Şiirin içindeki öğelerden bahsettik, biraz da dışındaki öğelerden bahsedelim. Şiir etken mi, yoksa edilgen mi olmalıdır? Yüksek sesli mi olmalıdır?
TG: Şiir, yüksek sesli veya alçak sesli olabilir ama mutlaka bir şey anlatıyor olmamalı bence. Demek istediğim şiirin bire bir öykü anlatır gibi bir şeyler anlatmamasıdır. Şiir, okuyucusuna birtakım ipuçları verebilir ama tamamen kendini açığa vurmaz.
KY: Bu okuyucunun hayal gücüne ket vurmak gibi bir şey değil mi?
TG: Şair okuyucuya şiiri taşırken okuyucuyu programlamamalıdır. «Ben okura şunu göndermeliyim.» dememelidir. Okur okuduğu şiiri kafasının içerisinde yeniden oluşturmalı, yeniden yazmalı.
KY: Şiirde bireysellik hakkında ne düşünüyorsunuz?
TG: Örneğin şiirde kendinizden söz ediyorsunuz. Ama toplumda yaşıyorsunuz ve toplumun bir parçası olarak birtakım etkileşimler altındasınız. Acılarınız, sevinçleriniz var. Aşklarınız, terk etmeleriniz, terk edilmeleriniz var. Bunları kendiniz olarak anlatsanız bile toplumda sizin gibi olanlar çoktur. Anlattığınız mutlaka size benzeyen birilerine gidiyordur ve o birileri şiiri okuduğu zaman «Keşke ben de böyle söyleyebilseydim, bunu ben yaşamıştım, duyumsamıştım, bu ben’im işte!» diyebilir. Siz kendinizi yazdığınızı düşünürken mutlaka bir başkasını yazıyorsunuzdur.
KY: Bazı genç şairlerin, güzel tınısı olan kelimeleri not edip, yan yana dizerek şiirler yazdıklarını biliyoruz. Bu konu hakkında neler söyleyebiliriz?
TG: Ben bu şairleri ‘şiir mühendisleri’ olarak tanımlıyorum. Montaj şairleridir bunlar. Bunların dışında bazı şairler vardır ki, esinlenmeyi masa başında çalışarak gerçekleştirirler, çok iyi birikimleri vardır, kalıcı eserler üretmişlerdir. Onlara saygım sonsuz. Ama dediğiniz gibi birtakım imgeleri bir yerlerden bulmak ve bunları şiire monte etmek şiirle bağdaşmaz. Belki de imge salatası denmesinin nedeni bu durumdur. İmgeler arasında bir bağ olmalı. Montaj yapıldığı zaman dizeler arasındaki gerçek bağlar kayboluyor. Bu şairlerin şiirleri okuyucuyu bir yerlere götürmüyor. Aksine okuyucuyu şiirden uzaklaştırıyor.
KY: Şiirinizin gelişimi ve hayat hikâyenizden bahseder misiniz?
TG: Ben şanslı bir ailede doğdum. Annem ve babam Atatürk ilke ve devrimlerine gönülden bağlıydılar. Annem 1930’li yıllarda yirmi yaşlarında iken ‘beni istediğiniz yere atayın’ diye dilekçe verdikten sonra Yıldızeli’ne (Sivas) atanmış. Bugün bile zordur 20 - 22 yaşlarında bir genç kızın İstanbul’dan kalkıp da: ‘beni nereye tayin ederseniz edin’ demesi… Öğretmen ve hemşire olarak İstanbul’dan Yıldızeli’ne gidiyor annem ve emekli olana kadar hiç İstanbul’a dönmüyor. Kadınlara yeni harfleri öğretiyor, kitaplar okutuyor, birtakım etkinlikler düzenliyor. Babam anneme «Sen isimsiz kahramanlardansın.» derdi. O da hukuk öğrenciliği sırasında Atatürk’ün ilk Büyük Millet Meclisi’nde H. V. Velidedeoğlu ile birlikte kâtiplik yapmış ve yargıç olarak Yıldızeli’ne atanmış. Orada annemle evlenmişlerdi. Okuma alışkanlığım bu aile ortamında gelişti. İlkokulu Yıldızeli’nde liseyi Sivas Lisesi’nde tamamladıktan sonra üniversiteye başladığımda ulusal gazeteler bana belirli sayfalarda yer verdiler. Gençlik sayfalarını düzenliyordum. Köşe yazıları yazıyordum. Şiir yazmaya o günlerde başladım. Eczacılık Fakültesi’nde öğrenciydim, orada benden başka edebiyata meraklı olan yoktu. Ben de Edebiyat Fakültesi’ndeki çocuklarla arkadaşlık etmeye başladım. O dönemde ikinci fakültede öğrenim görmek mümkündü. Ben de öyle yaptım. Edebiyat fakültesine yazıldım. Eczacılık fakültesinin son sınıfında iken, edebiyat fakültesinin de üçüncü sınıfına gelmiştim, maddi getirisinin fazla olacağı düşüncesiyle eczacılık fakültesini bitirmeyi tercih ettim. Sonra bir burs sınavını kazanarak Amerika’ya gittim. Ann Arbor’da Michigan Üniversitesi’nde psikofarmokoloji eğitimi gördüm. Bu ara bir çok gezi yaptım. Dünyada görmediğim ülke kalmadı gibi. Bunlar benim için kazanımlardı. İnsanları tanıdım, insanların yaşamlarına girdim. Kafamın içerisinde değişik renkler oluştu. Bunların şiirimde yansımaları mutlaka olmuştur. İlk şiirimi üniversiteye yeni başladığım yıllarda yazdım. Son kitabımdaki ilk şiir, yazdığım ilk şiirimdir.
KY: Bizleri bekleyen yeni çalışmalarınız var mı?
TG: Ben, kitaplaşma olgusuna gecikme gözüyle bakmıyorum. Biraz da ince eleyip sık dokuyan bir tarafım var. Özellikle şiirimde kullanacağım bir sözcük tam yerine otursun diye kafamın içinde uzun zaman dönüp durabiliyor. Aylarca hatta yıllarca düşündüğüm oluyor. Bu yüzden fazla acele etmiyorum. Yeni bir kitap oluşuyor. Bir, iki ay içerisinde Varlık Dergisi’nde yayınlanan şiirlerimden bazılarının da bulunduğu bir kitap çıkacak. İlk kitaptaki bir şiirin başlığıdır adı da: Aşk Konuşur Bütün Dilleri. Umarım değişmez.
KY: Yeni teknikler kullandınız mı kitabınızda, dünyaya yeni bir bakış söz konusu mu?
TG: Zaman ve çağ değiştikçe, ben de değişim süreci içindeki yerimi alıyorum. İster istemez ona ayak uyduruyorum. Ama benimsediğim kendime özgü çizgiler şiirime yansımıştır. Aziz Nesin’in genç şairler için söylediği bir sözde doğruluk payı var; «Kendi gecekondularını oluşturmadan saraylara talip oluyorlar.» Ben değişime ayak uydururken bazı ana noktalarda kendim olduğumun farkındayım. Yeni kitabımda iç ses ve biçem açısından fazla bir değişikliğin olmadığını söyleyebilirim.
KY: Genç şairlere önerileriniz nelerdir?
TG: Genç şairlere kendileri olmalarını, özgünlüğü yakalamalarını ve okumaya devam etmelerini öneririm. Şiirin okulu şiir okumaktır ve sonra kendini bulmaktır.
KY: Okuduğunuz, beğendiğiniz şairler kimler? İkinci Yeni akımı hakkında neler düşünüyorsunuz?
TG: Türkçe’yi kullanışı, kıvraklığı ve imge zenginliği nedeniyle Fazıl Hüsnü Dağlarca benim çok sevdiğim şairlerden biridir. Oktay Rifat, Cemal Süreya, Turgut Uyar, Edip Cansever. Yeni şairler ve yazarlar arasında İkinci Yeniyi benimsemeyenler var, biliyorum. Ama çoğunlukta gözlemlediğim, İkinci Yeninin etkisinden kurtulanların sayısının az olduğudur. İkinci Yeni şairlerinin şiire kattığı renkler hâlâ geçerli. Sorduğunuz soruya cevap verirken, benim bile aklıma gelenlerin içinde bir çoğu İkinci Yeni şairleridir. Söyleşi için gittiğim okullarda şiirin çok içinde olan gençlere soruyorum, aldığım cevaplar yine İkinci Yeniyi oluşturan isimlerdir. Buda İkinci Yeninin göz ardı edilemeyecek kadar şiirimizin içinde olduğunu gösteriyor. Ünlü şairlerimizden birisi Cemal Süreya’nın bir dizesinden yola çıkarak: «Lâleli’den kalkan bir tramvaya binen İkinci Yeniciler dünyaya giderler, Orhan Veli ve arkadaşları ise Sirkeci’de inerler.» benzetmesini yapmıştı.
KY: Teşekkürler.