Okulun futbol sahasına yüzlerce martı gelmiş. Tam karşıda okul. Bazen bahçenin çitine oturur, okulu seyrederim. Hep yakınımda olur Çekiç. Göbekli Çekiç. Yüzü topaç Çekiç. Bağırırsam kızar.
- Martılar geldi sahaya Çekiç!
Çekiç ağır ağır konuşur, aksi:
- Martılar deniz kenarında olur, burada martı olmaz!
Bahçenin öteki yanına yürüyor. İyi iyi, gitsin. Benden uzaklaşması iyi bir fırsat, -sevmez yabancılarla konuşmamı, rahatsız ediyormuşum- martılara sesleniyorum:
- Burada deniz yok, niye geldiniz?
Bakıyorlar, «Fırtına var okyanusta. Kaçtık, buraya sığındık.» diyorlar. Sahanın yeşil zeminini beyaza boyamışlar, öyle çoklar ki! (Beyazı sevmem. Her yerde beyaz örtü var. Duvarlar beyaz. Hayaletleri görürüm ben. Onlar da beyaz. Çok beyaz. Çekiç görmez. Şişkin yanakları engeller görüşünü ve küçük gözleri. Örtülerin altında, üstünde, yataklarımızda, her yerdeler. Çekiç görsün diye bağırırım, ‹Hayaletleer!› Beyaz şeker verir o zaman, acı!) Bence yalan söylüyorlar. Sevmiyorum ya beyazı, inadına beyaza boyuyorlar her yeri. Çekiç’in işi bu! Kızdırdıydım onu sabah. Giyinmem diye tutturduydum: sevmiyorum uzun gömleğimi, beyaz iplerini. Kalabalık oluvermişti başım. Pancar gibi olmuştu Çekiç’in yanakları, şişik şişik. Tutuyordu kollarımı, kaç kişi bilmem. Şeker vermişti yine Çekiç, yutmamış, tükürmüştüm, görmüştü, gizleyememiştim. Şimdi ceza veriyor bana, beyazı sevmediğimi bildiğinden, her yer beyaz olsun diye martıları çağırdı ama bilmezden geliyor. Martılar ısrar ediyor: «Doğa yalan söylemez, fırtına vardı, kaçtık,» diyorlar. Ciyak ciyaklar, hep bir ağızdan. «Yalan,» diyorum, «biliyorum buraya niye geldiğinizi. Beyaza boyamaya geldiniz, Çekiç gönderdi sizi.» Birdenbire havalanıyorlar. «Nereye gidiyorsunuz?» Korkuyorum gitmelerinden. «Sana fırtınayı göstermeye,» diyorlar. Hepsi yanıma gelip var güçleriyle kanat çırpıyorlar. Yüzlerce kanadın çırpmasıyla kuvvetli bir rüzgâr doğuyor. Dalgalar dev birer kepçe olup okyanusa içiriyor beni. Gök bir kararıyor, bir aydınlanıyor. Gürül gürül bağırıyor. Çekiç duymasın, çok kızıyor bağıranlara. Uyku batırıyor hemen, acı şeker veriyor. Gök ne korkusuz öyle, aldırmıyor Çekiç’e, bağırıyor da bağırıyor! Korkutuyor güneşi: bulutların arkasına gizleniyor güneş. Bulutları da korkutuyor: kaçıyor bulutlar, sağanağa binip okyanusa saklanıyorlar. Okyanus nasıl kabarıyor, nasıl, nasıl! Meydan mı okuyor ne? Saldırmaya hazırlanan, sırtını şişiren bir kedi gibi. Göğün karanlığında beyaz bir nokta belirdi: bir martı döne döne geliyor. Sağanak sarıyor martıyı. Birlikte okyanusa yağdılar. Yuttu okyanus martıyı. (Sayıklamalar: Yağan kar: beyaz. Yerdeki kar: beyaz. Kardan adam: beyaz. Bahçedeydi, babamla yapmıştık. Hayalet: beyaz! Örtüler hep beyaz. Gömleğim beyaz, diz kapağıma kadar uzun, arkamda bağlı ipleri, beyaz, göremiyorum, sadece çıkarırken, ince uzun, pörsümüş uçları… Dövmek istiyorum hayaletleri, vurmak, öldürmek, ipler tutuyor ellerimi,.. Koparın ipleri, ellerimi bırakın, götürmeyin beni Çekiç’e, Çekiç kötü, Çekiç kötü, Çekiç kötüüü!..) Martı öldü! Yine Çekiç’in işi, kızdı martıya. Gürültü yapmasındı o da, söyledimdi. Gösteri yapıyor bana Çekiç: bağıranları nasıl susturduğunu gösteriyor. Diğerlerini de susturacak, salacak fırtınaya. Bağırmasın martılar, inandım martılara, fırtınadan kaçıyorlar, inandım onlara, Çekiç duymasın bağırdıklarını…
- İnanıyorum size, durun, inanıyorum. Çırpmayın kanatlarınızı. Fırtınadan kaçtınız, inanıyorum size. Duruun! Göğü susturun, susun, bağırmayın, Çekiç gelir sonra!..
Nasıl avaz avaz sesim! Martılar bir anda duruveriyor, bakıyor yüzüme: insanlar bir anda duruveriyor, bakıyor yüzüme. Şahane bir güneş gökte, durup bakıyor yüzüme. Bağırmaktan yorgun düşen sesim acıtıyor boğazımı. Martılar nerede? Görüntü nasıl değişti birden! Sahada futbolcular var. Maç başlayacak. Beyaz üniformaları. Ciyak ciyaktı hani martılar az önce? Neredeler? Ya fırtına? Elbette ya, elbette Çekiç öldürdü hepsini, boğdu okyanusta, hepsini, hepsini… Yok martılar: her yer insan dolu. «Katil Çekiiç, katiiiil kati…» Acınaklı bakıyorlar yüzüme, paçavra sesime belki? Duydum, «Deli, deli o,» diyorlar. Bana belki? Benden başkası yok ki baktıkları yerde, sahi, bana diyorlar, bana diyorlar, «deli.» Eyvah, Çekiç de duydu, hızlı hızlı geliyor, yine pancardır yanakları, ‹katil› dedim diye geliyor, başkaları duymasın diye geliyor, korktuğundan geliyor, «Korkak Çekiç, korkak…»
Tuttu kollarımı, tutmasın, nasılsa ipler tutuyor, sürükleyerek içeri götürdü beni, gömleğimi çözdü, ellerimi iki yanıma sıkıştırıp, daha sıkı yeniden bağladı: görebileceğim bir yerde şimdi ipler, beyaz beyaz salınıyorlar göbeğimin üstünde, uçlarına hayaletler kondu, sallanıyorlar, biri düşünce diğeri geliyor, öyle çoklar ki! «Hayaletleri görmüyor musun?» deyince kızıyor Çekiç. Korkuyor yine. Kızması bu yüzden. Kızmasa bana beyaz şeker verir mi hiç? Şeker çok acı. Artık bahsetmeyeceğim hayaletlerden ona. Martıları öldürdüğü gibi ya onları da öldürürse… Buna izin vermem, O da bana izin vermedi, hayaletlere vurmayayım, öldürmeyeyim diye ellerimi bağladı, hep bağladı, önlüğe tıktı, ben de izin vermem işte, hayaletleri öldüremez!.. Söylemeliyim onlara, «Öldürecek sizi Çekiç, martıları öldürdü, sizi de öldürecek!» Şaşkın baktılar yüzüme hayaletler, «Öyleyse kurtulalım O’ndan,» dediler. İplerin ucundan düğüme tırmandılar, tam göbeğimin üstüne, çözdüler düğümü, gömleğim gevşedi, bacaklarıma yapışan ellerim özgürleşiverdi, «Hadi,» dediler, «hadi kurtulalım O’ndan.» İttiler beni Çekiç’e. Atıldım boğazına Çekiç’in, sıktım, sıktım, sıktım. «Olmadı, daha çok, daha çok!» dediler. Yine sıktım, boğum boğum sesi, daha çok, daha çok sıktım… Kalabalıklaştık birden, üşüştüler başıma, Çekiç’in arkadaşları, hep her yerdeler, hiç rahat bırakmazlar, bağırsam gelirler, ya uyku batırırlar, ya acı şeker verirler, ellerimi çekiştirdiler, ayaklarımı. Uyku batırmak istedi içlerinden ikisi. Batırtmadım, ısırdım birinin elini, diğerine yumruk… Kanadı burnu. «Kaç,» dedi hayaletler. Önümde dipsiz yollar açtılar. Onlar önde ben arkada koşmaya başladım. Durmadan koştum. Kapıya. Vardığımda ellerim titriyordu, kolu çevirdim, açılmadı, zorladım, açılmadı, hayaletler kapı deliğinden diğer tarafa geçtiler, «Beni de alın, beni de götürün,» diye yalvardım, hiçbirisi geri dönmedi, almadı beni yanına. Olduğum yerde kaldım. Kızdım, çok kızdım, küstüm hayaletlere. (Sayıklamalar: Elimden arabamı almış, kırmıştı o çirkin çocuk. Yeni almıştı babam. Dönen ışığı vardı. Sonra kaçmıştı, tek başıma kalmıştım, ışığı yanmayan arabam elimde, babama gitmiştim ağlaya ağlaya, çirkin çocuğu değil, beni dövmüştü babam, çok ağlamıştım, çok kızmıştım çirkin çocuğa, kocaman bir taş bulup fırlatmıştım bir gün kafasına, kanamıştı çirkin çocuk, sonra onu hiç görmemiştim, kurtulmuştum ondan.)
«Çekiiiç, Çekiiiç, gel öldür hayaletleri,» dedim, «sevmiyorum artık onları!» Gelmedi Çekiç. Hiç gelmedi. Kim bilmem, birisi koşup gelip uyku batırdı koluma. Uyumak istememiştim ki. ‹Çekiç gelemez artık, öldü, senin suçun!› dedi.
- Çekiiiç, Çekiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç,..
- Yorum yazmak için giriş yapın ya da kayıt olun