–Melih Cevdet’e–
Haydi burada öl dediler bana
Ölmek istemiyorum demedim
Demedim ama
Şimdi bilmek istiyorum
Toprak gene bizim zamanımızdaki gibi mi sürülecek?
— Melih Cevdet Anday
Gelişmiş bir Batı ülkesinde şair olmanın kolay anları vardır. Nehirlerin bereketli toprakları delta ovalarına yığdığı gibi bereketli bir birikimin üzerindesinizdir. Bilirsin ki –ya da sanırsın– son durak sensin. Orası bir tür zirvedir. Kendi ulusal kültürünü özümsemişsindir. Kendi kültürel köklerinin, kişisel birikiminin ve hayal gücünün özsuyunu damıttığında o bir şiirdir. Hem çağdaş, hem ulusal, hem de evrensel bir çizgidesindir. Zaman böyle. Rüzgâr alabildiğine senin yelkenlerini doldurmaktadır. Bohem yaşasan moda olur, asilik yapsan herkes seni anlamaya çalışır. Kökleşmiş bir sistemi silkeleyemeyeceğin için «Bizim çılgın şairlerimiz…» sevimliliği ile algılanır. Bütün dünya dillerine şiirlerin senin haberin olmadan çevrilir. Gelişmekte olan ülkelerin yayın organları senin sıradan bir şiirini allaya pullaya başköşede sunar okurlarına…
Bizim illerde şairsen bil ki dağların kuytuluğunda açan kır çiçeğisin üstadım. Kara kışa dayanıklı olman gerektiği gibi, yazın da bozkırın sıcağında bulutlardan süzeceksin suyunu. Önce var olma savaşı vereceksin bu hoyratlığın ortasında. Kendini tanıyacaksın, halkını ve ülkeni tanıyacaksın, dünyayı çözümleyeceksin alın terin ve bilincinle.
RAHATI KAÇAN AĞAÇ
Tanıdık bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın.
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgârı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı.
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin.
—Melih Cevdet Anday
Bozkırda cehaletle mücadele etmek, bilgi üretmek, sevgi üretmek, sanat yapmak, çocuk yetiştirmek, hoşgörü üretmek, disiplin yerleştirmek, geleneğin verimli damarlarını bulup yeşertmek, çağdaş kültürle sentezlemek, seni yok sayanlara her gün var olduğunu, yaşadığını, ürettiğini kanıtlamak ne zor iştir. Sen bir de bunun resmini yap Abidin! Tatlı sularda yüzenlerin, Şanzelize’de gezenlerin on katı, yüz katı ürettiğin halde, yoğurdun bile «yararlı bir Bulgar besini» olarak not düşüldüğü bir dünya işte… Senden sonra da… acı…
Suların Beydeba’nın, Ezop’un ürettiklerini hoyratça sürükleyip La Fontaine’in önüne yığdığı gibi seninkileri de alıp eloğlunun önüne yığmayacağının bir garantisi yok. Seninkiler yerinde kalsa bile dünya sanat merkezlerinin projektörleri bir gün bile senin üzerine çevrilmediği için o güzelim renkler, o güzelim kokular, o özgün söyleyişler vitrine çıkamayacak.
TELGRAFHANE
Uyuyamayacaksın
Memleketinin hali
Seni seslerle uyandıracak
Oturup yazacaksın.
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin
Durmadan sesler alacak
Sesler vereceksin.
Uyuyamayacaksın.
Düzelmeden memleketin hali
Düzelmeden dünyanın hali
Gözüne uyku giremez ki…
Uyuyamayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
Ta gün ışıyana kadar
Vakur metin sade
Çalacaksın.
—Melih Cevdet Anday
Bu coğrafya bereketli bir coğrafyadır. Bu iklim üretken. Yeraltında saklı kalan petrollerimiz, bor yataklarımız, toryum madenlerimiz değildir sade. Bir şiir damarımız vardır çiçek çiçek, renk renk. Bir zaman gelir gün yüzüne çıkar bütün görkemiyle Yunus’lar, Karacaoğlan’lar, Anday’lar. Bir Melih Cevdet vardı; «vakur, metin, sade» yazardı denir. Ben öğretmenim. Çocuklarımın ellerinde senin şiirlerin iplik iplik, desen desen; yaşamayı, sevmeyi, kendi olmayı seninle öğrenir. Karanfilin yanık yanık kokmadığı günlerde en büyük caddede senin adın.
- Yorum yazmak için giriş yapın ya da kayıt olun