küçük defterler II - salih aydemir

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 21:06 tarihinde gönderildi

«Diyelim ki sadece gerçekliğin sınırlarını deniyorum.
Neler olacağını merak ettim. Hepsi bu: sadece merak.» — Jim Morrison

sadece merak

gerçeğin görünüşü karşısında yüzümün uğradığı deformasyon zayıf ışıklar altında gerçeğini veriyor… ve zaman dilimin içinde bir dizi duyarlılıkla serzenişte bulunuyor saflığa; çemberler ve güvercinler:
hangi algı kuramı olursa olsun, gözlerimizle inşa ettiğimiz bütün cephelerde imgeler, yansımalar, gölgeler ve engeller çoğalıyor…
çoğaltıyoruz…

uygun ve mümkün olana dair hayata hazırlanan çabalar karşısında önerme- karşı önerme diyalektiği… ya da pusuya yatan bay hitler bayan hitler şirketi…

şair büyürse tanrıya başvurur, elimde değil;
dilimi böceklerden ayırdıkça yanıtımı yüzümde saklıyorum…

kişileşmiş gürültüyüm

«kendi doğumundan önce olanları bilmeyen,
sürekli çocuk kalmaya mahkûmdur»
— cicero

yeniden ve kayda geçirilmemiş yoruma açık bir şimdi’nin ilgisiyle olanları bilmeyen sorular taşınıyor içimize…
niçin…
tarihini denemeyen neler yapar tarihe…

ki bir mırıltıyla kâğıda sızan çizgilerin sözcüklerinde hatalı dizeler, klasik şiirler yazıyoruz defalarca… konuşmadan, aksansız hatta parazit olacak kadar grameri bozuk Sokrates haklılığıyla…

«ben» başka’ya döndü…

kanım-ca

akla gelecek yazının yaftasına hazır mantık… ucunda aşırı görünen ve yıkıcı bir çelişkiden kurulan kurgunun sözleri, dilin taşıdığı; anımsanan geçmişin sözcüklerine dair bir körlükle endişe…

bir uyurken şiir duyulmuyor… çünkü,

şairler aşk soyludur, yüz yüze doğurdukları için dillerini…

fosforu icat ettikleri için…

herkese benzeyen mantık zamanın fiilini çeker, avcı ve toplayıcı evrenin gramerinden…

dil, şairlerin kökeniyse tarihçilerin de şiiridir…

kanım-ca

halıcı kız               «ilk renkli türk filmi»  1953

aksi halde dünyanın içinde ipimizin koptuğu ölçüsüz ama açık gülüşler var… bizim ne olduğumuzu gördüler, sonsuz bir tuzakta hayvan gibi… ne olduğumu gördüler; herhangi bir ölü gibi ve nedensiz elimde her gün bir çiçek tutarken… ve onu halice bırakılmış kırışıklıkla içimden atarken…
zorunlu, önlenemez bir gülüşle tanrının tadını çıkarırken… görüldük…

güçten kalan söz rüzgâra nokta olur sa… boşluk egzersiz bir karanlık olur alıntılara…
sonra barışın son yıllarına kalır lirik bağımsızlık ve özgürlük… ışığın bütün gülüşlerini vuran uykularda adanmış vahiyler iner kuramlara… içimize tüneyerek: kasiyer hesaplarında tahrif edilen; derece derece soğuk kesen 80:

kendimi çökerken bul-dum diyen anlamın yoksul canavarı ve «ben»lerin gülüş vahiy’i başımı döndüren öteki hâlâ kuşku ve imge; «hücremde artık acı çekmiyorum» dedi yüzyıl…

ben tarihin en kaba uşağıyım, kokular içinde ayaklanıyorum: gülüş, ey bilinen lüks; puslu akımların büyüteci, halıcı kız: gücüme gül…