pusula - vedat kamer & zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Çar, 07/02/2007 - 19:41 tarihinde gönderildi
«Şiir neyse odur, anlaşılmasa da, anlaşılsa da.» – Melih Cevdet Anday (Çerçeve, Nisan 1989)

I / h , a , r , f , l , e , r

Gecenin sessiz karanlığı beni terletiyor. Şakaklarımdan damlayan harfler, kâğıtların masum beyazlığına tecavüz ediyor. Sonra harfler birikiyor ve kelimelere dönüşüyor. Ardından kelimeler birleşerek cümleye teşebbüs ediyor. Yazının armonisi sürekli değişiyor. Her saniye, her dakika, her saat, tik tak, tik tak, tik tak.
Gecenin karanlığında, harfler damlıyor şakaklarımdan kâğıtların masum beyazlığına…
H,a,r,f,l,e,r k,e,l,i,m,e,l,e,r,e k,e,l,i,m,e,l,e,r c,ü,m,l,e,l,e,r,e d,ö,n,ü,ş,ü,y,o,r…
Gece vardiyasında çalışan makineler gibi…
Bir mum var, gece lambasının repliklerini sayıklayan. Emektar mum, masanın sol tarafına dikilmiş, ağlaya ağlaya, tükene tükene çalışıyor. Güzel, nostaljik, derin, ilkel ve sarhoş mum ışığı. O narin mum ışığım… İçimdeki “ben”lerin gölgelerini duvarlarıma yansıtıyor.

“Güneş dediğin kocaman bir mumdur ve bu yazıdaki karamsarlığı ancak güneş aydınlatır!” diye düşünüyorum. Kalemim yere düşüyor, içimden almak gelmiyor.
“Gel” diye bağırsam, beni işitemez. Güneş ışığı için sabahı beklemek gerekiyor. Güneş ışıkları, şu an beni duyamayacak kadar uzaklarda bir yerlerde dans ediyordur. Ancak yarın sabah seslenebilirim onlara.
Kurallar böyle, yapacak bir şey yok. Ancak diğer insanlar yataklarından kalktıklarında ve hayat başlayınca Güneşi görebilirim. Sabah olunca, işbaşıyapankravatlar, üçtanesibirmilyonişportacılar, Fenerbahçenasılkoydular, üçüncüvitestearabayıkaldıranlar, perdeleriniçokbeğendimler, dolarnekadaroldular, seniseviyorumlar, karıcımbengeldimler, allahrazıolsunlar, birbardakçaydahalar, ilkdersegirmeyelimler, sarmaşdolaşlar, sahildeiçelimler, sigarayıbırakmalısınlar, marsoldunlar, ateşinvarmılar, senmanyakmısınlar başlayınca sesimi duyurabilirim Güneşe.
Kurallar böyle, yapacak bir şey yok. Güneşe söyleyecek birçok sözüm var, ama sabahı beklemem gerek. Sabah olana kadar gecenin sessiz karanlığı beni terletecek ve şakaklarımdan harfler damlayacak kâğıtların masum beyazlığına…

II / yağmur

«Zaman, azaltıcı yönde işlemeyecek bizim ilişkimizde; azaltan isimlerdir.» – 19 Eylül 2002

«son maviyle yetineni ilk sen terk et
bulmak yitirmeye başlamaktır
derinlikte nasıl akılır onu ara
                – deniz en eski yalnızlıktır»

Aziz Kemal Hızıroğlu

Sensiz geçti sonbahar. Kış yağmurlarını biriktiriyordum, sen telefonla arayıp artık yazamadığını söyledin. Sinirinden fazla konuşamadın, oysa ben hangi şehre kaçacağımıza karar vermiştim. Yolda sana anlatmak için yeni masallar öğrenmiştim. Masallar bittiğinde bahçendeki çiçekleri anlatacaktın bana. Lalelerini sulamayı sürdürüyor musun? Yağmur bulutları hâlâ evinin üzerinde mi dolanıyor? O kediyi bulduğumuz günü hatırlıyor musun? Gözleri yeni açılmıştı, yürüyemiyordu. İsmini koyamadan ölmüştü.

Seni aradım, her gece aradım. Uykular beni sende kaybetti. Yüzünü döktüğün sokaklarda insanlar nedenlerini ezerken buldum seni.

Çıkış müziği çalıyor. Birlikte düşelim.

III / mezar

«Artık buraya yazmanı istiyorum. Yine yazman lazım. Benim de! Ağlayacağım şimdi.» – 19 Kasım 2002

kömür saçlarını dolamışsın geceye
intiharlarıma aldırmıyor yıldızlar
kan dökülüyor sözlerinden
şiir ben’in olmadığı yere kaçmış

Beni götüreceğin mezarların sayısı arttı. Gittikçe garipleşiyoruz! Anlayabiliyorum: «Artık üzerime yağmur yağmıyor» dediğin günü hatırlıyorum, sanırım aynı acıydı. Dün masamdaki bütün beyaz kâğıtları güneşin altına koydum, yalnızlık kâğıtları sarartıyor. Bir cinayet gerekli: Ben ölmeli(yim).