masal sayısı - duygu güles

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 14:52 tarihinde gönderildi

Hiç varmış, hep yokmuş. Yaşama kullanan çokmuş. Kayıp zaman izinde, kabak kemani içinde. Develer hip-hopçu, pireler kuaför iken, ben annemin pusetini tıngır mıngır sürer iken. Ak sakal, boz sakal. Yüzde oyuklara saklanmış yok sakal. Ben ki kasap olsam, sallayamam satırı. Nalbant olsam hele.. nallayamam katırı. 40 katır ile 40 satır arasında kalsam, seçemem uzaktan sayıları. Hamama girsem gözüm arar natırı. Nadan olan bilebilir mi ahbap hatırı? Ya da: Nadan ile sohbet güçtür bilene, çünkü nadan ne gelirse söyler diline lafını. Sudan geldim, tahtaya sindim. Ansızın ne göreyim: Emine hanım konyak içmiş, karyolada yatıyor. El ettim, göz ettim, söz ettim. Nihayetinde yüz ettim kendime ve yüzüne baktım. Karyoladan ayıldı Emine hanım. Çıktık birlikte yola. Ne sağa bakabildik, ne sola. İzimiz çıktı boylu boyunca ufka. Gide gide sevdalandık Kaf Dağı’nın ardına. Sevdada ne ileri gidebildik, ne geri. Şimdiyse masal başlıyor gel beri:

Zaman zaman oldukta, karıncalar âleminde bir karınca yaşarmış. Bu karıncanın masala misal olmasının sebebi, diğer karıncalardan farkı imiş. Aslında bu masal, diğer karıncaların da masalıymış aynaya tersinden bakınca. Fakat aynaya tersinden bakıldığında sırdan başka bir şey görünmediği için, o karıncanın masalı olarak bellenmiş bu da. Karıncanın, diğer türdeşlerinden farkı doğuştan tembel, bezgin, miskin, vesselam atalet sahibi olması imiş. Herkes canını dişine takıp çalışırken ve bundan memnuniyet duyarken, o fıtratı gereği her işi zorla yapıyor, en ufak boşlukta tek başına yaşadığı yuvasına kaçıp karıncalığını düşünüyormuş. Bu tuhaf davranışları yüzünden, diğer karıncalar tarafından iğreti bulunan ve anlaşılamayan karıncanın hakkında her gün biri bin para tevatür ağızdan ağza yayılıyormuş karıncalar meclisinde. Herkes onu yola getirecek türlü çareler düşünüyormuş. Zira onun kendi çabalarına köstek olduğunu, dahası sırtlarından geçindiğine hükmediyorlarmış. Karınca bunların hepsinin farkındaymış elbet. Hatta bu durumdan onlardan daha fazla rahatsız imiş ya, elinden bir şey gelmiyormuş. Her an karıncalığıyla savaşırken yakalıyormuş kendini. Bir gün ceviz ağacı dibindeki yuva inşaatına erzak taşırken, birkaç yabancı ellerinde şişeler kahkahalarla yanından geçmiş. Merak etmiş karınca, yükünü oracığa terk edip peşlerine takılmış. Söylediklerine kulak kabartmış. Yabancılardan biri neşe içinde bir masal anlatıyormuş diğerlerine. Karınca daha da yaklaşmış. Masal, çalışkan karınca ile gününü günle gün eden ateşböceğini anlatıyormuş. Karınca enikonu meraklanmış, ayaklarının diplerine kadar yanaşmış yabancıların. Karınca, ateşböceğinin makus talihini böylece öğrenmiş ve hayatında hiç ateşböceği görmediği için, kendini bu masaldaki ateşböceği zannetmiş. Sevinmiş içten içe. Karınca değilmişim demek ben, ondanmış yaşadığım bu huzursuzluk diye söylenmiş. Keyifle inşaata geri dönmüş. Yolda gördüğü karıncalarla kıvançla konuşmuş, şakalar yapmış, herkesi eğlendirmiş. Diğerleri, karıncanın belki de iyileştiğini düşünmüşler. Karınca ise, inşaata gelir gelmez, görev kepini götürüp şefine teslim etmiş. Bütün arkadaşlarından helallik alarak, hepsiyle vedalaşmış ve şaşkın bakışlar içinde yola koyulmuş. Kimseye bir açıklama yapmamış karınca; sadece ardında, yuvasında bulunan bir mektup ve mektupta da “Kendimi aramaya gidiyorum” gibisinden, diğer karıncalara hiçbir şey ifade etmeyen bir cümle bırakmış.
Günlerce yürümüş karınca, sırtında kendisini taşıyarak. O sırada mevsimlerden kışmış, karınca masal zamanının yaz olduğunu bildiği için, ateşböceğinden önce, mevsimlerden yazı arıyormuş. Sonunda sora sora yazı bulmuş. Bir süre iklimin keyfini çıkarmış, kendine çeşitli meyvelerden müteşekkil güzel bir ziyafet çekmiş. Sonra denizi bulmuş, sahilde yürümüş. Ayaklarını suya sokmuş, mavi göğün altında her şeyin apaçık görülmesini ummuş. Sürekli düşünüyormuş karınca. Zaten düşünerek uyandığı hayat uykusuna, yola çıktığından beri daha da çok düşünerek devam ediyormuş. Deniz kenarında bir süre eğleşen karınca, yavaş yavaş karıncalığından sıyrıldığını düşünmeye başlayınca vaktin geldiğini kavrayıp yine yola koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş. Geceyi çölde geçirmek istemediğinden, hemen sınırdaki bir otelde konaklamış. O gece karınca kıyafetlerini çıkarıp, gördüğü çeşitli ipuçları ve kendi sezgileriyle yolda diktiği ateşböceği elbisesini ilk defa denemeye karar vermiş. Aynanın karşısında saatlerce prova yapmış, oturmasına kalkmasına bakmış. Bu elbise tam da ona göreymiş. Ateşböceğine benzediğini, kendine biraz daha yaklaştığını düşünerek gözleri dolmuş. Mutluluktan ağlamış, huzurla dolduğunu tasavvur etmiş. Bakalım topluluk içine çıkınca diğerlerinin tepkisi nasıl olacakmış? Karınca korkuyormuş ama sonuçta bunun geçmesi gereken bir sınav olduğunda karar kılmış. Yeni elbisesiyle aşağıya inmiş. Bu güzel olayı bir kadeh şarap içerek kutlamaya karar vermiş. Köşe masalardan birine oturmuş. Artık bambaşka olduğunu bildiği gözlerle çevresine bakmaya başlamış. Her yanından dalga dalga vakar taşıyormuş. Onun böyle kurum kurum oturduğunu gören kimileri ona bakıp bakıp gülüyor, kimileriyse şaşkınlıklarını gizlemeden ondan uzak durmaya çalışıyormuş. Biraz içerlese de karınca, yine de bu durumun normal olduğunu düşünmüş. Alışmaları için onlara zaman vermeliymiş kendince.
Böyle arpacı kumrusu gibi düşünmeye devam ederken karınca, hafiften kafayı bulmuş. O sırada masasına bir yabancı gelmiş, oturabilir miyim diye sormuş? Karınca şaşırmış, kekeleyerek kabul etmiş. Yabancı ince ince karıncayı süzdükten sonra tabakasını çıkarıp içinden bir tane sigara almış, karıncaya da teklif etmiş. Karınca bir an tereddüt edip sigarayı almış. Yabancı önce onunkini, sonra kendisininkini ateşlemiş. Bir nefes çektikten sonra, ben demiş karıncaya. Ben Ateşböceği Ejder. Karıncanın nutku tutulmuş, şaşkın şaşkın Ateşböceği Ejder’in suratına bakmış. İçinden, demek ateşböceği buymuş diye geçirirken, üzerindeki ateşböceği elbisesini utançla çekiştirmiş. Ejder uzun süre ara vermeden anlatmış. Karınca kâh merakla, kâh sinirle, kâh üzüntüyle Ejder’i dinlemiş. Aslında ateşböceği olamayacağını kavraması uzun sürmemiş, fakat yine de aralarına katılamaz mıymış? Hayır demiş Ejder: Bizim ateşböceği türü olarak sayımız bellidir, kimse bu sayıdan dışarı çıkamaz ya da içeri giremez, diyerek karıncanın son umutlarını da kırayazmış.
İçtikçe içmeye devam etmişler karınca ile Ejder. Karınca efkârlı efkârlı düşünüyormuş Ejder konuştukça. Konuştukça daha da sarhoş oluyormuş. Sonunda bu esrime içinde karıncanın aklına tuhaflaroğlu tuhaf bir fikir gelmiş. Belki de imkânsız değilmiş kendince ateşböceği olması. Bir yandan Ejder’e bir şey çaktırmamaya çalışırken, bir yandan da ona daha fazla yakınlık göstermeye başlamış karınca. Artık sayısını bilmediği son şişenin de dibini gördüklerinde, kalkmaya davranan Ejder’i durdurmuş, bu gece benimle kalır mısın diye ağlamaklı bir ton tutturmuş. Ejder’in gözleri parlamış. Beraber karıncanın odasına çıkıp sevişmişler. Ejder hemen uykuya dalmış, karınca Ejder’in tabakasından bir sigara alıp yapacaklarını düşünmeye koyulmuş. Sigarasını yutar gibi içmiş. Kalkıp şimdi gülünçlüğüne kendisinin de acıdığı ateşböceği elbisesini bavuluna koymuş. Karınca kıyafetlerini üzerine geçirip Ejder’e üzüntüyle bakmış ve yavaşça kapıyı kapatıp dışarı çıkmış. Otelin yanındaki bakkala girmiş. Bir tane ayırıcı, bir tane yokedici, bir tane de daksil alacağını söylemiş. Bakkal boş boş suratına bakmış karıncanın. Ehliyetiniz var mı beyim diye sormuş sonra da. Karınca sıkıntıyla ehliyetini çıkarıp göstermiş. Bakkal bir süre duraksadıktan sonra ikna olmuş olacak ki, karıncanın istediklerini paketleyip ona uzatmış. Karınca parasını ödeyip doğru odasına seğirtmiş. Bakmış ateşböceği hâlâ horul horul uyuyor, rahatlamış. Aceleyle karınca kıyafetlerini çıkarıp bavula tıkmış. Ayırıcıyı açıp ateşböceğinin yanına gitmiş, onun ve kendi üzerine bolca sıkmış. Odanın içini duman bağlamış, kokudan bayılacak gibi olmuş karınca. Ayırıcının kutusunun üzerini okumuş. Daha beş dakikam var, diye söylenmiş kendi kendine. Bu arada yokediciyi de kurmuş, çalışır duruma getirmiş. Şimdiye dek hayatında ne eylediyse hepsini sıraya koyup, yaptığı hataları daksille silmiş. Ayırıcı aktif hale gelmeye başlayınca ürkmüş karınca. Ya herru ya merru diye düşünecek olurken, ateşböceği ateşler içinde uyanıp ne oluyor diye bağırmaya fırsat bulmadan ayrılmış birdenbire. Bedeni yatakta kıpırtısız kalakalmış, aynı anda karıncanın kıpırtısız kalan ruhuyla birlikte yokedicinin içine hapsolmuş. Yokedici gürültüyle ikisini de öğütürken, karıncanın bedeni ile ateşböceğinin ruhu odanın hengâmesinde birbirine sığınıp, yapışmış.

Masalda, artık karınca olmayan karıncanın akıbeti hakkında daha fazla bilgi yokmuş. Masal, bizzat karıncanın masalı olduğu için olabilir bu, ya da masal yazarının hüsnükuruntusu da olabilir. Veyahut masalın kuralları gereği alınmış bir tedbir, keza yolda önüne çıkan gerçek kırıntılarını yiyen güvercinlerin bir kazığı; hiç olmadı masalı dinleyen güzel çocukların aniden bastıran uykusu da olabilir. Nihayetinde gökten düşen elma saksılarının ve yaşamın dimağa kazıdığı binbir türlü unutuşun eseri de olabilir. Emine hanımın yolda, içtiği konyaktan ötürü sızması ile yazarın akşamdan yediği hurmaların etkisini masal sayısını 3 alarak bertaraf etsem de, kerevete çıkılan yoldaki yapım çalışmaları nedeniyle masal trafiği başka bir şeritten veriliyor da olabilir. Olabileceklerin bir sınırı olmayabilir, hulasa.