Güneşin gökyüzüne attığı tokattı mavideki kızıllıklar.
Sisler içinde bir gökyüzü kendisine biçilen renklerle sevişti.
Saat derinlerde bir yerlerdeydi. Kent kendi tangosunda.
Kadınları erkeklerle, erkekleri kadınlarla, yalnızları kendileriyle…
Hep bir şeyleri birleştiren, hep bir yerlere götüren şey bizi.
Anın anı olma kaygısı, tedirginliği ve böylece dolup duran
boşluklarımız bizim. Bizim boşluklarımız. Yalnızlık…
Çoklaşıp yoklaşmanın sığ izi, yoklaşıp çoklaşanın derin izine
karışır bizim buralarda. Sahi buralar da bizim miydi?
Kaldırdım başımı. Gökyüzü bana baktı
sisli sisli şiirini okudu:
«Bak ne iyi ettim
Güneşin renklerini sildim.»
Vapurum gelmedi. Saat derinlerde bir yerlerde yine.
Bu elimdeki sevimsiz kitabı da kim tutuşturdu elime?
«Yaşayan seslerle titreşen yüreğin
Ölü adamların şarkılarını da dinlesin.»
Akşam gitgide düşüyor yeryüzüne.
Bu yağmur bana mı yağıyor? Şu koşanlar bana mı koşuyor?
Benden mi koşuyor? Kendime baktım
sisli sisli kendime okudum:
«Ah gidenlerim
Sevgili gidenlerim benim.»
Vapurum geldi. Ey kendim! Sen de koş benden.
En son vapura binensin. Birisin yani.
Otur yağmuru görebileceğin bir yere. Cam kenarına.
Kara kitabını açar okursun.
«Yaşayan seslerle titreşen yüreğin
Ölü adamların şarkılarını da dinlesin.»
Saat derinlerde bir yerlerde yine.
Sen de öyle. Birisin yani.
- Yorum yazmak için giriş yapın ya da kayıt olun