Işık saçlarının arasına girer, içerilere
İçten ve güzel olan yerlerine sokulur, ulaşır
Düşlerine. Dudaklarında kaç ölü çocuk, kaç eski aşk
Yalın ayaklığında. Yoldan geçerken herhangi birine
Selam verebilirce gülümser yüzün, yaban bir otlakta
Ya da ıssız bir adada. Oturur, konuşur Mabrahar; suçsuzluğun
Tanrısı, tanrının diğer yarısı ve masumluğun. Çocuk
Gülüşünde üç-beş eski şarkı taşırsın, oval yüzünde ve siyah
Bakışında bir rahibenin kıvancı… Öylece dolaşırsın. Işıldayan
Her şey süzülüverir saçlarının arasından, arasından sızarlar, kayıp
Gider parmaklarım saçlarından, jilet gibi keser, susar, öğretirsin.
Susmayı öğretirsin bana, yaprakları, susan yaprakları öğretirsin sonra
Ve susan her şey gibi alnı dik, diri durmayı…
Saat sabahın üçü… uykum yok… saçlarımdan
küçük patikalar açıyorum yalnızlığına. Her daim kapalı,
kilitli, saf, berrak ve aydın yollarına. Mabrahar
bir düş değil, düşü sattım ucuza, kırlangıçların perişan hallerinden
yadigâr kalan bir koca tutku bana! Gecede gözlerin, saçların,
gecede avam bir yalnızlık şarkısı başlar. Sen dur, ben müziği hallederim.
eski bir kırkbeşlik, konakların ahşap cumbalarından geceye süzülür,
arasından sızar saçlarımdaki patikanın, geceye şimşek gibi iner.
Gecede gözlerin, saçların… Mabrahar.
Gecede akıl almaz hızlarda yalnızlıkla kuşanmış atlılar…
Alnımda siyah bir yelpaze belirir,
Ayın üstünde siyah bir yelpaze belirir, bir çelik yelpaze,
Sessizce doğrulursun uzandığın yatağından, sana kalan ne varsa
Karanlık taşır. Bana bırakırsın yalnızlığı, sana kalan ne varsa
Karanlık taşır. Bir gecenin uvertürü taşınan aşklar, ücretsiz
Ve karşılıksız aşklardır.
Pis ve karanlık bir sokak seni lânetin rahmine taşır
Pis ve karanlık bir sokak seni lânetin rahmine taşır
Sıska bakışın, uzun dudakların ve karanlığa yakınlığın…
Pis ve karanlık bir sokak seni lânetin rahmine taşır
Karanlık bir lânet her yeni aşkın peşinde dolaşır. Mabrahar.
Işık saçlarında, ışık dudaklarında, gözlerinde ışık, düşünde
Ve düşüşünde… Sen aşkı küçük balıkların söylediği bir şarkı say,
ki ben balıklar kadar vurgun
ki ben balıklar kadar sessiz
kaç yatan adam bir film karesi kadar güzeldir, kaç aşk? Sorma.
Ah, karnemde kırıklarla dolu eski aşklar, zor seven, anında seven,
Takılan kalan bir adam… Sabrın lisanını konuşan küçük, masum
Rahibe. Küfürler alnımı açtı, intihar oldu; intihar boynumu açtı
Ve sessizlik doğdu
Ve sessizlik oldu Mabrahar.
Kırk adam, bir atlı süvarinin başında dümeni kontrol eder
Bir adam bin atlı süvarinin ardında yönünü tayin eder. Farkı siyah
Ve emsalsiz bir düşüş, taammüden bir adam öldürme, bitirme tezini
İmha ettirme… Siyah senin rengin; siyah bir süvari karanlıkta
Rotanı tespit eder. Mabrahar. Gece sarayının masum ve düş’engiz
Kraliçesi… Adın yanar aklımda, gece aydınlık tarafını belirtir,
Perdem oynar, rüzgârın şarkısıyla tülüm
Bir o yana bir bu yana danseder. Gün beklenir, gün gelmez,
Yüzünü gösterir ve geri kaçar.
Yüzünü gösterir ve geri kaçar. Mabrahar.
Gün eksik kalsın, pencerem türlü sevdalara açılmasın, siyah ve gizli
Bahçem her an ayakta kalsın. Ama kalmaz! Ama aşk bir yandan
Terlemiş bir vücut, bir yandan bir kaleme üç keçeli uç…
Ben o adam olamam, hep gündüz ve açık;
Ben bu adam kalamam, hep susan ve karanlık.
İt ite hırlar, siyah bir masal perisidir Mabrahar. Bir görüşte
sevilen, bin görüşte tanınan. Gece durur, gece oturur, gece geçmez,
siyah bir gölge kervanın ardından maskesini indirip soyunur.
Kent için bir atlas yaratır tanrılar, kent soyulur,
Bir soru sorulur ve bilen masallardaki perinin sahibi olur.
Kaç düşe kıvançla kement atar bir şair ve iğfal edilen bir şair kaç biçimsiz şiirinde biçim kaygısından çok bir kadının esiri olur?
Billur bir soru aynaların süsten arınmış taraflarında yanıp durur. Mabrahar.
Bana sığmaz, sana sığmaz, aşka sığmaz, teşvik eder yalnızlığı. Televizyon
açılır, eski dostlardan yepyeni kartpostallar gelmiştir, ışık parlar,
sararır, sonra karanlığa karışır, lâmba söner, yine yanar,
her şey değişir, her şey başkalaşır, yalnızlık kalır. Bir odanın
tepe noktasında duran siyah bir bant bizi tesadüfen ayırır. Aynı odanın
merkezinde yatan mavi eşarp bizi alenen tanıştırır. Mabrahar.
Yüzün beni çağırır, omuzlarıma yaslanırsın, saçma sapan konuşuruz,
Şiirleşiriz sanki, kırk haramiler bir altın suyunun peşinde susuzdur.
Oysa altın, kara bir mağaranın içinde bulunur.
Vakit sonbahar.
Hüzün, martıların kanatlarında anlamsızca göçüyor.
Gözlük çerçevelerim umutsuzluğumun maskesi, berrak bir duman
Her yanımı sarıyor, göz gözü görmüyor. Masada
antika bir daktilo: 1975 Erika. Öylece bana bakıyor,
ben ilk kez terkediyorum. Mabrahar.
Gözlerin tuvallere sığmıyor. Baktığımda o engin,
O jaguar derisi bakışın, o karşılıksız bakışın…
Ardımda bunalımcıların kitapları, önümde
Karanlık bir masa… Ülke referanduma gidiyor,
Bütün altmışsekizliler şair, ben şair miyim bilmiyorum!
Ben devam ediyorum yine de, ben yazıyorum
Ve bil ki Mabrahar, bir yazılı metnin aslıdır
Ama şiir olan, ama olmayan.
Filmlerde unutulan âşıkları sevdim ben hep.
Ne esas oğlan vardı gözümde, ne kara gelin,
Ne kahraman. İşte kahraman sana renksiz rahibe,
Bir masum kraliçe. Mabrahar.
Düş kelimesinin üstünde aslında düşüşler yaşar
Ve küçük düşüşler kelimenin kökünü karalar.
En saf yerin, en uçuk hâlim, bir koca paylaşılamayan öykü bu
Sanat ve saat sabahın beşi. Düşkünüm, düşten bir kadın bu sultan,
Bir dergâhtan kalkan rahibe, bin düşümden hatırladığım sultan.
Mabrahar. Bir süvari birliği kement atıp şiirimi denizlere saklar.
Bin süvari alayı kementli ya da kementsiz onu çıkaramazlar.
Ama bir yanlışım var. Haklısın. Suçluyum ben. İnfaza mahkûm bir deliyim.
Haklısın, bırakalım bunları. Aşkı bırakalım. İftira konuşsun,
İstişare olsun ve kapalı devre yalanlar atılsın ortaya. Unutalım.
Onu unutalım. Aşkı unutalım. Unutalım Mabrahar.
Zırvalıyorum, kelimeler kayıyor dudaklarımdan,
Dudaklarım mühürleniyor sonra, sen geliyorsun, konuşuyorsun,
Tek sen konuşuyorsun.
Ama suçluyum ben. Suçumu bilmiyorum, suçluyum.
Susmuştuk hani, hani unutmuştuk. Unutamazsın geçmişi.
Çünkü geçmiş her nasıl olursa olsun bir yerde dikilip
Koca gözleriyle sana bakar.
Hey! Bir kahve getirin bana! Mabrahar! Uyumamalıyım,
Uyumamalıyım bu gece. Bir sincabın nefesi gibi
Sessiz gelmeli ertesi gün nefesim. Işık saçlarının arasından
Sızmalı bir vakit, parmak uçlarıma uzanmalı
Ve siyah bir kelebeğin ömrünü doldurmalı. Mabrahar.
Uzun hayatın, uzun geçmişin, bilmediğim o sahte,
O yapmacık, o kirlenmiş ve temizlenemez yerlerin
Bir süvarinin kılıcında terk-i diyar eyler zamanı.
Ve bir süvari, her ne kadar yalnızsa da
Yalnızlık ip salan bir vücudun iskeletinde biter.
Suçluyum ben. Mabrahar. Biliyorum.
Böyle sakin ve sessiz kalıyorum kimi zaman.
İsyankâr ruhumda belirir o vakit
ki sadece sana kapalı
ki sadece aşka kilitli
masum bir halin karanlıkta öylece uzanıyor.
Ama suçluyum ben. Biliyorum. Suçum
Ayyuka çıkıyor gün aydınlandıkça.
Suçluyum ben Mabrahar, suçum nedir bilmiyorum.
Yardım et bana!
16.10.01 / 05:34 – Şişli
- Yorum yazmak için giriş yapın ya da kayıt olun