carmen neden kaçtı? - arzu çur

Vedat Kamer tarafından Ct, 04/11/2006 - 15:19 tarihinde gönderildi

— Biz eskiden başımız sıkışınca sana koşardık. Bir eksiğimiz gediğimiz var mı diye dikkat ederdin bize. Geceleri paltonu çıkarıp bize verirdin. Uyursak üstümüzü örterdin. Açsak karnımızı doyururdun. Sevgilimiz terk etse, bir şişe şarap alır gelirdin en azından.
Biz eskiden seninle gündüzleri de karanlığın olduğu bir yer bulmuştuk. Işığın karanlığına sığınır bir sigara yakardık. Bizim eskiden seninle sırtımızda da bir göz vardı. Duvar diplerinde giderken arkamızda ne olduğuna bakardık.
Biz eskiden seninle başka türlü insanların yaşadığı mahallelere sık sık konuk gider, paket paket sigara taşırdık insanlarına.
Değişen nedir bilmiyorum. Fasılalarla boşluğa düşmeyi beceremeyen vücudumuza mı sebep sorayım, sana ihanet eden ciğerlere, beni yarı yolda bırakan böbreğime mi?
Bir mahalleden geçerken sokakların adından başlar, insanların yüzünden bitirirdik. Şehirleri dolanırken soba satma sevdasına, tüm yoksul mahallelerde birer bira karşılığında sobaları tüketir, beş parasız dönerdik kentimize. Kendimizle yüzleşirdik. Birbirimizle de.
Biz eskiden seninle sigara izmariti kadar çok lüks otel tanımıştık. Topladığımız izmaritlerden, bizden önce onu içen kişinin karakterini çözerdik. Yattığımız otel odalarında bir saç telinden, sifonun kullanılışından, perdenin kıvrımından bizden önce orada kalanın dertlerini anlar, içlenirdik.
Biz eskiden seninle yola çıkanları tiye alırdık. Yollar bize çıkardı. Durur beklerdik, seyrederdik gelip geçen yalnızlıkları. Biz yalnız kalmazdık. Başka zamanlara varabilirdi elimiz, uzanır gelecekten bir yaprak alırdık. Üstünde okurduk bütün ilimleri.
Biz eskiden seninle yokluktan varlık damıtırdık. Bakışlardan kıvılcımlı sevdalar çekerek her erkeğe aşk vermenin simyasını yapardık.
Bu yollar yoktu o zaman. Bu ayrılıklar yoktu. Başka kentler yoktu. Başka kalpler yoktu. Başka isimler yoktu. Başka sevgiler? Vardı.
Varken yok olmanın yolunu bulmuştuk. Görünenden de görünmeyeni bilmenin mümkün olduğunu bulmuştuk. Aşkın saatinin kaçı vurduğunu, kadınların adımlarının neden değişken, erkeklerin ayaklarının neden savurgan olduğunu anlatabilmiştik kendimize.
Şimdi bir tek şey söyle, kim gitti ha? Kim kaldı ha?
Dayanamıyorum. Dostluğuma kanıt anılar sunuyorum bak eteğine. Nasıl unutursun İstanbul’da yeniçerilerin ve haçlıların nal seslerini duyuşumuzu? Sinop’ta hapishane duvarını döven dalgalardaki esrarı çözüşümüzü? Özgürlüğün dağ başlarında mümkün olabildiğini Harput öğretti ikimize, düzlüklerin insanına yanaşmamak gerektiğini Çukurova.
Başka âlemlerden gelen seslerin tılsımını anlatmak isterken az dayak yemedik camilerde. Yoksullara kandırıldıklarını anlatmak için az dil dökmedik mitinglerde. Sokakların asi kızlarına başka seçenekleri yoksa uçurumun yolunu tarif ettiğimizde pezevenkleri az kovalamadı bizi. Nereye gidiyorsun şimdi?
Başka sokaklar arama boşuna, biz hepsini geçtik. Hiçbir şey kalmadı bir yuvayı sana verebilecek. Yokluğun kıyısına geldiğimizde geri dönmek sana yakışıyor mu, ha?
Sen ki yollara dökendin, sen ki yollardan toplayandın. Sen ki, elimizden tutan, başka kıyılara sağ salim ulaştırandın. Ölüm ırmağını Nazilerin ateşi altında geçirendin bizi. Nehirde balık tutturan, kuyuda martılara sattırandın. Bulgarların gözünden sürmeyi çekerken sen vardın. Yunanlara Olimpos ateşi pazarlarken yine sen.
Amerikalılardan çikletleri alıp, Amerikan pazarında Türklere satandın sen. Türklerden semer toplayıp, İtalyan evlerine koyduran da sen. Karga kanadından karayı çalıp gözüme çeken sendin, manolyadan beyazı toplayıp yüzüme vuran yine sen. Nereye gidebilirsin şimdi yüzümün bir yanı kara bir yanı beyaz dururken?
Yüzüne en yakışan maskeyi Anais’dan almıştık: Satamazsın ki Beşiktaş pazarında.
Güzelim ellerini örten eldivenleri Susan’dan: Döviz piyasasında beş kuruş etmez.
Cam ayakkabıların Carmen’dendi. Don Jose’yi öldürmek dururken onunla evlenmek yakışır mı lan?
Gitme. Terk etme bizi. Yuva kurma. Çocuk yapma. Üstümüzü ört yine. Paltonun uzunluğu hep geceden kalma olsun. Dostumdan ayrıldım, köpekler uluyor çevremde. Bir şişe şarap getir.
- Bir şişe şarabın lafı mı olur? Ama bırak artık bu sözleri. Başka seçenek mi bıraktınız bana, kaçmaktan başka?
Tamam anlattıklarını ben de hatırlıyorum elbet. Hem de daha fazlasını. Saçlarının karasını da soba dumanlarından çalmıştık en üşüdüğümüz kışlardan birinde. Saçına sokulup ısınmıştı bütün ev halkı. Sonra gittiğimiz Osmanlı kasabalarında, şerbet içmiştik biranın üstüne. Nasıl unuturum bize şerbet veren kadının sıcak evinden bayılmamak için kendimizi sokağa atışımızı?
Sen de unutma ama. Bir kez girdiğimiz her sokağa seninle yine girmek zorunda kalırdım. Külhanbeylerin bizi mimlemesine aldırmayalım derdin, dayak yerdik. Daha doğrusu ben yerdim. Seni korurken dayağın çoğunu ben yerdim.
Yunanlarla pazarlığı yaparken Efsun askerlerinin ponponlarını çaldığın için az daha kurşuna dizilecektik. Ticaret hep hırsızlıktı senin için. Yediğin bokları ben temizledim her seferinde.
Sonra şunu da hatırla: Sattığımız sobaların parasını da biraya yatıracakken, son anda elinden alıp memlekete dönüş parasını kurtarabilen -hem de senin elinden- bendim. İki kadındık Çukurova’ya indiğimizde. Taksi şoförleriyle yaylaya çıktın. Sonrasında seni Adana genelevinden kurtaran yine bendim.
Hatırlamadığın başka şeyler de var. İstanbul sokaklarında seni yeniçerilerle haçlıların hiç olmamış savaşları arasından kurtaran bendim. Elindeki bira şişesini kırıp haçlıların üstüne yürüdüğünde sipahilerin arkandan geleceğini sanmıştın. Sonunda yeniçerilerin kazanından seni ben çıkardım. Her yerinden pirinç taneleri akıyordu.
Bazı anları hatırlıyor, bana acı çektirmek için kullanıyorsun bunları. Evet, bana hediye ettiğin cam pabuçlar Carmen’indi. Biz o pabuçları çaldıktan sonra mecburen düşürdü Sinderella ayakkabısının tekini. Carmen bütün temsillerine Sinderella’dan aldığı o tek cam ayakkabıyla çıktı uzunca süre. Büyük karışıklıktı. Bana, ustana yaraşır bir karışıklık çıkarmanın gururuyla yanımda gezmiştin uzun süre. Ama sen bilmiyorsun, ayakkabılar ayağımı nasıl keserdi? Sırf sen istedin diye, bir kış, ayaklarım dona dona sokaklarda gezmiştim o lanet olasıca ayakkabılarla.
Başka sokaklar arama, yuva kurma, çocuk yapma diyorsun. Beni ihanetle suçluyorsun. Oysa kimse kendine ihanet etmez, hiç anlamadın bunu. Başta neyse hep odur, hiç anlamadın. Hiç anlamadın ki, her yolun başında çizdiğin çizgi, yaptığın mikron saniye sapma yüzünden yolu değiştirebilir. Mitinglerde anlatmaya çalıştığımız buydu. Kızlara anlattığımız uçurum senin sandığın gibi ölüm değil, evleriydi. Bu yüzden dövdü pezevenkler bizi. Camilerde anlattığımız sır sandığın şey, hep bilinendi, bilmeye korktukları için dövdüler bizi. Hiç anlamadın sen bunu.
Şimdi gitme diyorsun. Nereye gittiğimi ben bilmiyor muyum sanıyorsun? Bildiğim her şeyin altından kalkabilirim, bilmiyor musun? Bana eskiden olduğu gibi şimdi de güvensene. Bir kez ‘istedim oldu’ diye düşünme artık. Bu da bir yol anlamıyor musun?
Evet, evleneceğiz. Don Jose teğmenlikten ayrılacak. Ben dansözlüğü bırakacağım. Hakan Peker bana bir kaset yapacak. Klibimi Emir Kusturica çekecek, MTV’ye çıkacağım. Grammy alacağım.
Hiçbir sözümden dönmeyeceğim. Bu söylediklerimi Beşiktaş pazarında, döviz piyasasında satamam ama müzik piyasasında çok para var biliyor musun?
Paltomun uzunluğu geceyi de gündüzü de örterdi, anlamadın. Anla artık senin üstünü örtmekten yoruldum. Başkalarının acılarına ana olmaktan yoruldum. Şarap taşıyıp aşk kırıntılarına meze olmaktan, sokaklarda başkalarının yerine dövüşmekten, Anais’ın kopyası, Susan’ın resmi olmaktan, Carmen’in eski ayakkabılarını giymekten bıktım artık. Sen ve senin gibilerin bana yüklediği umutlardan, haydutların reisi olmaktan yoruldum.

Şaraptan kastın sana dönmemse eğer, şarabını kendin al.