pusula - vedat kamer

Vedat Kamer tarafından Sa, 13/02/2007 - 00:30 tarihinde gönderildi
SANATÇININ DUASI

Gün sonları ne kadar içe işleyici güzün! Ah! can yakacak kadar işleyici! çünkü öyle tatlı duyular vardır ki, dalgaları yoğunluklarını önlemez; Sonsuz’un ucundan daha keskin uç da yoktur.

Bakışı göğün ve denizin uçsuz bucaksızlığına daldırmak ne büyük haz! Yalnızlık, sessizlik, göğün benzersiz arılığı! ufukta titreyen, küçüklüğüyle, yapayalnız kalmışlığıyla benim çaresiz yaşamıma öykünen bir küçük yelken, dalganın tekdüze şarkısı, tüm bu nesneler benim aracılığımla düşünüyor, ya da ben onların aracılığıyla düşünüyorum (çünkü ben düşlerin enginliğinde öyle çabuk yitip gidiyor ki!); düşünüyorlar, diyorum, ama dilbazlığa, karşılaştırmaya, sonuçlanmaya başvurmadan ezgimsi bir biçimde, çok güzel bir biçimde düşünüyorlar.

Gene de bu düşünceler, ister benden çıksın, ister nesnelerden fırlasın, fazlasıyla güçleniyor çabucak. Güç hazda bir huzursuzluk, olumlu bir acı yaratır. Fazlasıyla gerilmiş sinirlerim tiz ve sızılı titreşimlerden başka bir şey vermiyorlar artık.

Şimdi de göğün derinliği şaşkına döndürüyor beni, duruluğu çileden çıkarıyor. Denizin duyarsızlığı, gözlerimin önündeki görünümün değişmezliği ayaklandırıyor beni… Ah! hep böyle acı mı çekmeli, yoksa hep kaçmalı mı güzelden? Doğa, acımak bilmez büyücü, her zaman üstün çıkan karşıt, bırak beni! İsteklerimi ve gururumu baştan çıkarmayı bırak artık! Bir düellodur güzeli incelemek, sanatçıyı yere sermeden önce dehşetten haykırtan bir düello.

Charles Pierre Baudelaire
Paris Sıkıntısı / III (Çev: Tahsin Yücel)

I / bütün dünyada yangın var değil mi? — 14 şubat 2004

hep buradan alıntıladığım bir sözle karşılaşmanı bekledim. bunu okumuş olduğunu hatırlamanı. en çok da beni… bir filmde. hayatımın roman olamayacağına daha önceden karar vermiştim. neden bir kahramanlık veya bir ölüm istiyorsun?

tükenen gecelerimde neden seni düşündüğümü bilmeni istiyorum? hâlâ bilmiyorum. geceye öncülük eden harflerim tek tek kayboluyor. beni ne zaman bulacaksın?

II / my baby shot me down — 21 mart 2004

müziğin katalizör etkisinin bitmemesi için ekstra bir çaba içersindeyim. gecenin rengi kırmızı. böylesine yitik, ve acılı bir rengi yokluğuna inşa ettiğim için utanıyorum. günleri sayamayacak kadar özensizim. çaresizlik denilen eblehlik bu kadar sürünebilir geceme. her gözyaşım sana hesap vermek için sıra bekliyor. kalbime bilenen bıçağı arıyorum.

amélie’yi seyrettin mi diye soramıyorum bir daha. büyütemediğim harflerim ellerinde, sözcük olma cesaretleri eksilmiş. kurdeleler sarmak istediğim gülümsemen gökyüzümü yalanlıyor.

ve seni arıyorum, ilerlediğim her yerde yoksun. soğuk çoğalıyor sokaklarına. dudakların inceldikçe öldürüyor zamanı.

III — 27 nisan 2004

«Her zaman sarhoş olmak esastır. Hepsi bu: başka sorun yok. Zamanın omuzlarınıza çöken ve sizi yere eğdiren korkunç ağırlığını hissetmek istemiyorsanız, sarhoş olun, ve yine olun. Neyle? Şarapla, şiirle, ya da iyi olmakla, keyfinize bakın. Ama sarhoş olun. Ve eğer zaman zaman, bir sarayın basamaklarında, bir hendeğin yeşil çimenlerinde, odanızın hüzünlü yalnızlığında, kendinize gelirseniz, sarhoşluğunuz hafiflemiş veya dağılmış olarak, rüzgâra sorun, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, kaçan, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun, şimdi ne zamanı diye; ve rüzgâr, dalga, yıldız, kuş, saat diyeceklerdir ki: ‹Sarhoş olma zamanı!› Zamanın işkenceye uğrayan esirleri olmak istemiyorsanız, sarhoş olun, hep sarhoş olun. Şarapla, şiirle ya da iyi olmakla. Nasıl isterseniz.» — Charles Pierre Baudelaire, 1866 (Çev: Akın Demirci)

IV – 28 nisan 2004

yüzünü gizlediğin bir bakış var, soru sormadan seni sevmemi söylüyor. şehir ikiye bölünmüş: yağmurun toprağa düştü yerler, yağmurun denize düştüğü yerler. yağmur nasıl dokunabileceğini biliyor tenine.

V — 16 mayıs 2004

«»işte ve ben de seni zorlayamam ki. daha ne kadar yazacaksın? eline kalemi verende kabahat. burjuvazinin gizli çekiciliği dün akşam bana bir oyun kazandırdı.
kültablasının üstten ve yandan görünüşleri arasındaki bariz fark gibi. yani üstten çizince floresan lambaya benziyor, oysa normalde yandığı falan yok, yanan şeyleri söndürür hatta. ama sen AN-LA-MI-YOR-SUN. ama ben bu sabah yenilmeyle ve boş kahve fincanıyla uyandım. sırt ağrısından iyiydi. kafamda tenekeler çalıyor, sen duymuyorsun. duyuyorsan ne halt etmeye deliler gibi yazıyorsun hâlâ? BİTTİ.» — nasfe

IV — 31 aralık 2004

«acıyı yaşatanlara değil hatırlatanlara vurmalı» — salih aydemir

bu kadar çok yıldızı kim astı gecede. beyazlaşan bir yanım var. seni sevmeyi kendime saklamamayı söylüyor. her sıfat kolaylık değil mi? seni savsaklayamayan suskunluğum bu akşam her şarkına sığıntı.

seni istanbul’un her yanında arıyorum. vapurun intihar koltuğunda denizin küçük elli fenerini seviyorum. başparmağım soğuğa diyet. kırmızıyım.

VI — 21 şubat 2005

aklımı birikiyor kar. saçlarının şehirden çekilişinde. ayazda kaldı ellerim.

soğuk ayaklarıma gidişini ezberletiyor.