kadın - gülfidan kement

Vedat Kamer tarafından Per, 07/09/2006 - 15:10 tarihinde gönderildi

Yaşlı bir kadın omzunda kalın şalıyla, sallanan sandalyesinde oturuyordu. Gözlerinin altındaki kırışıklıklar, ellerindeki siyah lekeler ona eskimişliğini acımasızca hatırlatıyordu.
Akşamdı, şehir yavaş yavaş boşalıyordu, koşuşturma ve telaş içinde insanlar evlerine dönüyordu. Gökyüzünde garip bir karartı oluşmuştu. «Yağmur mu yağacak?» diye düşündü. Çok sıkılıyor, sıkıntısını camdan dışarıyı izleyerek geçirmeye çalışıyordu.
Kapı çaldı, yavaşça ayağa kalktı, yavaş adımlarla kapıya ilerledi. Eski anıların içinden, yitik zaman ve mekânlardan ilerler gibiydi. Bir eski anın gömütlüğündeydi. Yaşlı kadın yağmura şemsiyesiz yakalanmıştı. Yıllar onun peşini hiç bırakmamıştı. İçindeki deniz yüzündeki çizgiler kadar derindi. Denizlerde boğulmuş, dağlarda kaybolmuştu. Sağanak yağmurlar yağmaya başlamıştı yüreğinde. Duyumsadı zor ve güzel günleri. Boş koltuklara oynayan bir filmdi öyküleri…

ÖYKÜ

İlk kez onu bir yokuşu tırmanırken görmüştü. Yokuş inen ve yokuş çıkanları ansızın karşılaştıran hayat! Yüreğindeki resimde onu farklı kılan neydi? Yüzlerce insan görüyordu her gün. Hüzün adımlı yüzlerce beden. Kıvrılıp giden yollar boyu ne çok yürüyen vardı, yitikliği bilmeden, farkında olmadan, olamadan. Onun adımları farklıydı oysa. Hayatla dalga geçer gibi savruk adımları. Bir o kadar da cesur ve bir o kadar da yitik adımları. Hayata yenik ve hayatın kıyısında. İlk farkettiği işte bu adımlardı. Sonra o adımlar onun hayatına atılacaktı, öyküsünü yazacaktı.
İkinci karşılaşmaları da o yokuşta olmuştu. Ama bu sefer o yokuşu tırmanan ve inen yer değiştirmişti. Sanki roller değişmişti. Kış ikindileri saklıydı içinde. Yürüyüşleri onu ummalı yalnızlıklara götürüyordu. Yalnızlık nereye gidiyordu?
Sağanak sağanak yağan yağmur muydu, geçip giden anıları mıydı?
«Ahh yüreğim! Beni hep aşkların uğruna, annesini sokak ortasında kaybetmiş öksüz bir çocuk gibi bıraktın. Şimdi aynı şeyi yapmaya çalışıyorsun. Buna izin vermeyeceğim» diyerek kızdı. Oysa izin çoktan çıkmıştı, onu ne çok istemiş ne çok sevmişti. Aşk onu bir kuş gibi özgürleştiriyor, aşk onu köleleştiriyordu.
Gözlerindeki derin bakışlara daldı. Bir deniz ülkesinde gibiydi. Aşk onun adasıydı. ADA!

ADA

Kalabalıkların içinde nasıl görmüştü onu… Üstüne akan insan selinden sıyrılıp, selden ıslanmadan çıkmış, ıssız kaldırımda yürürken onu hissetmiş, onun bakışlarına hapsolmuştu.
O bakışlarda yolcu olmuştu. İçinde kurumuş otların harmandan kaldırılışı, yemyeşil otların harmanlara serilişi vardı. İçindeki kıpırtı onu bir rüzgârın ağaçları sağa sola savurması gibi savuruyordu. Nereye ve neye? İçindeki tedirginlik onu bilinmeze sürüklüyordu. Yalan da olsa, için için sürükleniyordu. Gözlerinde sürükleniyordu. Varsın sürüklensindi!
Kurumuş bir sonbahar yaprağı mıydı, yeşermek için ilkbaharı mı bekliyordu? Aşkın büyüsünü yeniden hatırladı. Garip bir tebessümle kapıya yürümeye devam etti. Bu koridorda yıllar önce ne kadar hızlı yürürdü… Bir an nefesinin kesildiğini hissetti.
Şalı omzundan düştü, almak için eğildi, sonra alamayacak kadar güçsüz olduğunu farketti. «Vazgeçiş» dedi. Vazgeçmenin ne kadar basit olduğunu gördü. Oysa önceden hiçbir şeyden vazgeçmezdi. Kızının vazgeçişlerine kızdığı anları düşündü, sadece düşündü. Yüzünde güzel, yumuşak bir tebessüm oluştu. Kızını uzun zamandır görmemişti. «Yakında arar beni aşkımın biricik meyvesi. Maviş kızıyla vurur kapımı. Yine vazgeçiş içindedir!» dedi. VAZGEÇİŞ!

VAZGEÇİŞ

Çok yağmurlu bir gündü. Çok sevdiği adamdan vazgeçmişti. Kızı bu vazgeçişle ilgili hep onu suçluyordu. Gözlerine bakmıştı, incecik bir «veda havası» saklıydı gözlerinde. Kal diyemedi. Yüreğinde onarılmaz bir yara açılmıştı. Bu yarayı sarmak için yeni yolculuklar, yetmeyen yeni aşklar yaşamıştı. Sigarasını tüttürürken, kentten kentler giderken hep bu yarayı taşıdı. Sonra birdenbire vazgeçti yarasını sarmaktan, yarayla yaşadı. YARAYLA!

YARA

Çocuktu. Bir gün babası onu parka götürmüştü. Tahterevalliye bindirmişti. Karşısında kendisinden büyük bir kız vardı, kız onu sürekli zıplatıyordu. Çok korkuyordu. Sanki vazgeçişteki korkunun başlangıcı…
Düştü, çenesini demire çarptı, çenesinin çok acıdığını hissetti. Kan gölü olmuştu her yer. Babası yarasına tütün bastı, sonra kocaman bir yara ölene dek! Taşıyacagı İZ!

İZ

Hayat ve iz. Yağmur ne kadar hızlı yağıyordu. Kapıya yaklaştıkça yorulduğunu daha iyi anlıyordu. Yalnızlık ne zordu!

YALNIZLIK

KAPI

Kapıyı açtı. «Çok yorgunum, çok!» dedi. HOŞGELDİN!

HOŞGELDİN

Ölüm.