ağaçça - doğan ergül

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 08:04 tarihinde gönderildi

ağaçtaki sabrı anlatıyor
zaman

bir ağaç oradadır
baktığın yerde

belki yalnız
belki binbir kalabalık
içinde

orada
olduğu yerde
içinden yıllar geçmiştir

nehirler…

şimdi
uzaktaki kuşun yuvası

ilk doğumu
günün ve gecenin…

unutursun içini…

bakarsın
gölgende bir salıncak
içindesin…

bir ağaca bakmışsın
yanından bir sessizlik geçmiştir

kalmayı duyarsın…

unutmaz ağaç seni!…
bu onun aklıdır.

yalım - söyleyen: zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 08:03 tarihinde gönderildi

1. ateşten
yüzü keskin yüzü
ikiye böldü geceyi

Sonra, «sonra yoktur» dedi

2. yan yana yan
Hep birlikte bağırdık
«ateş akışkandır»

3. bekleyen
«tut beni» dedi bir başkası
tutamadım, ateş yalnızdır.

4. aradaki
«Birleştirmek istiyorum» dedi
geceyi

DÜŞ-GEN & coda - oylun pirolli

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 07:56 tarihinde gönderildi

ben tüm bunları yazarken/
kurduğum her cümlenin
sana aitliğini düşün-düm

oysa her sözcüğün
ötesine koyduğum sözcük/
seni cümlelerin gerisinde bıraktı

sonra/
ben bunları yazarken/
benim ne anlattığımdan çok
senin ne anlayacağını düşün-düm

(…hep suyun karşı tarafındaydı görüntün)

istedim ki ben bunları yazarken
düşün
!

bazen uçmak kalmaktır
dedim
/penguenleri işaretledi sözlerin/

bin savaş açtım /bin savaş kazandım/
bir neden bulamadım yenilmen için
pençeleri sökülmüş bir aslanın

söyleşi: mehmet altun

Vedat Kamer tarafından Çar, 14/02/2007 - 07:44 tarihinde gönderildi

Kuzey Yıldızı: Poetikanız nedir? Toplumcu gerçekçiliği nasıl tanımlıyorsunuz ve bugününüzden hareketle yarın için ne söyleyebilirsiniz? Etken şair nasıl olunur ve şiirin evrimine katkısı nedir?
Mehmet Altun: Soruyu tersten başlayarak yanıtlamak belki daha isabetli olacak. Etken şair nasıl olunur? Aslında böylesi sorular sormak bile ürkütücü. Bu, sorunun niteliği ile ilgili değil; böylesi sorular sorduran şairlik kimliğinin yarattığı kirlilikle ilgili bir şey. Biraz sert bir yaklaşım olduğu düşünülebilir ancak; samimi olunduğunda görülecektir ki, şairlik hırkası giyinmiş kimselerin haksız yere yarattığı ve bununla da kalmayıp sahiden ozan kişilere de yamattığı bir kirlilikten bahsedilmektedir.
Bu bakımdan soru ürkütücü geliyor bana. Çünkü şair zaten üreten kişidir. Ozan kişi, dilin arkeolojisini yapan kişidir. Yani, dilin arkeoloğudur şair. Sabır ve sükûnetle görür işini. Titizlikle ancak; doğallığına dokunmadan işler sanatını. Okur, ozanın bu uğraşını eseri okurken asla anlamaz, hatta çok doğal ve dahi gündelik dilin bir parçası olarak kabul eder. Oysa şair onu dikkatle işlemiştir, basit sanılan bir bağlacın, bir ses tekrarının, bir çekim ekinin bile hesabını özenle yapmıştır; o dizini, sesli ve sessiz okumaya hatta görüntüye göre kurgulamıştır.

tenimi tut * - salih aydemir

Vedat Kamer tarafından Sa, 13/02/2007 - 00:38 tarihinde gönderildi

zaman seni benden istiyor
gözlerime bıraktığın not    mülk
aynı şarkılara susuyorum    uzun sabahlara

dün soldu
al    acının uğultusunu rüzgârların zehrinden
çünkü     zaten    sadece   belki
ama   içinde kim varsa biriymiş gibi

sır çekip aldı huzurdan beni
bedenime karış   al  içimdeki geceleri
içimde kim varsa

aşk aşka düşer  uzun süren sözlere

pusula - vedat kamer

Vedat Kamer tarafından Sa, 13/02/2007 - 00:30 tarihinde gönderildi
SANATÇININ DUASI

Gün sonları ne kadar içe işleyici güzün! Ah! can yakacak kadar işleyici! çünkü öyle tatlı duyular vardır ki, dalgaları yoğunluklarını önlemez; Sonsuz’un ucundan daha keskin uç da yoktur.

Bakışı göğün ve denizin uçsuz bucaksızlığına daldırmak ne büyük haz! Yalnızlık, sessizlik, göğün benzersiz arılığı! ufukta titreyen, küçüklüğüyle, yapayalnız kalmışlığıyla benim çaresiz yaşamıma öykünen bir küçük yelken, dalganın tekdüze şarkısı, tüm bu nesneler benim aracılığımla düşünüyor, ya da ben onların aracılığıyla düşünüyorum (çünkü ben düşlerin enginliğinde öyle çabuk yitip gidiyor ki!); düşünüyorlar, diyorum, ama dilbazlığa, karşılaştırmaya, sonuçlanmaya başvurmadan ezgimsi bir biçimde, çok güzel bir biçimde düşünüyorlar.

Gene de bu düşünceler, ister benden çıksın, ister nesnelerden fırlasın, fazlasıyla güçleniyor çabucak. Güç hazda bir huzursuzluk, olumlu bir acı yaratır. Fazlasıyla gerilmiş sinirlerim tiz ve sızılı titreşimlerden başka bir şey vermiyorlar artık.

Şimdi de göğün derinliği şaşkına döndürüyor beni, duruluğu çileden çıkarıyor. Denizin duyarsızlığı, gözlerimin önündeki görünümün değişmezliği ayaklandırıyor beni… Ah! hep böyle acı mı çekmeli, yoksa hep kaçmalı mı güzelden? Doğa, acımak bilmez büyücü, her zaman üstün çıkan karşıt, bırak beni! İsteklerimi ve gururumu baştan çıkarmayı bırak artık! Bir düellodur güzeli incelemek, sanatçıyı yere sermeden önce dehşetten haykırtan bir düello.

Charles Pierre Baudelaire
Paris Sıkıntısı / III (Çev: Tahsin Yücel)

I / bütün dünyada yangın var değil mi? — 14 şubat 2004

hep buradan alıntıladığım bir sözle karşılaşmanı bekledim. bunu okumuş olduğunu hatırlamanı. en çok da beni… bir filmde. hayatımın roman olamayacağına daha önceden karar vermiştim. neden bir kahramanlık veya bir ölüm istiyorsun?

tükenen gecelerimde neden seni düşündüğümü bilmeni istiyorum? hâlâ bilmiyorum. geceye öncülük eden harflerim tek tek kayboluyor. beni ne zaman bulacaksın?

kuzey yıldızı - özgür macit

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 23:42 tarihinde gönderildi

adını kazımadım ama derime, damarlarıma işlemiş kurşunkalem.

24. tutma ellerimden benim, bakma gözlerime. kendine ol bana değil. ya şu an çek git buradan ve senden sadece benim yarattığım efsane kalsın göğsümün içinde tutsak, ya da kal benimle burada bu gece, birlikte ölelim sabaha kadar, donarak. sabah güneşi birlikte çatlatsın damarlarımızı, eriterek donmuş kanı. aynı köpek parçalasın cesetlerimizi.
2. buz bile ısınır içimi elime aldığımda, sen soğutuyorsun hem kendini hem kendimi; yolcu kendi çizer yolunu, sen siliyorsun hem kendini hem kendimi.

ölülerden şarkı dinleyenin vapur öncesi baladı - ulaş nikbay

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 23:36 tarihinde gönderildi

Güneşin gökyüzüne attığı tokattı mavideki kızıllıklar.
Sisler içinde bir gökyüzü kendisine biçilen renklerle sevişti.
Saat derinlerde bir yerlerdeydi. Kent kendi tangosunda.
Kadınları erkeklerle, erkekleri kadınlarla, yalnızları kendileriyle…

Hep bir şeyleri birleştiren, hep bir yerlere götüren şey bizi.
Anın anı olma kaygısı, tedirginliği ve böylece dolup duran
boşluklarımız bizim. Bizim boşluklarımız. Yalnızlık…
Çoklaşıp yoklaşmanın sığ izi, yoklaşıp çoklaşanın derin izine