ringa - gökçe polatoğlu

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 23:09 tarihinde gönderildi

nerede olduğumun önemi yok. bazı harfleri unutabilirim, hayatımdan da çıkarabilirim. kimseyi ilgilendirmez. denizin dibine inen soda şişesi. masallar. anlamak zorunda değilsiniz beni. her zaman size seslenmiyorum. bir kızla el ele sokaklarda dolaştığım bir zaman vardı, dudaklarının kenarında kalan çikolata parçalarını ben alırdım.

soğuktu. arnavut kaldırımları. hayatıma giren şarkılar. hayatıma giren sokaklar. ellerimi gökyüzüne kaldırıyorum. masallara inanıyorum hâlâ. sadece ben. love street sayesinde. hiçbir şeyin anlamı yok. isteseniz de anlayamayacaksınız. saçlarım mosmordu o zamanlar. kafamı çevirdiğim her balkonda yangınlar çıkıyordu. bilmediğim yerlere götürüyordu beni. sadece bir cümle vardı hayatımda. şimdi geçmiş. buz gibiydi. sonra gelen hiçbir yaz ısıtamadı parmak uçlarımı belki.

hangisi? - zafer yalçınpınar

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 23:05 tarihinde gönderildi

«Fazla gevezelik etmeyeceğim; olup biteni, olduğu ve bittiği gibi anlatacağım.»

Adadaki evimizin her zaman için tamire muhtaç bir tarafları olmuştur. Bu evi, dedem ve büyük amcam kendi elleriyle yapmışlar. Dedem marangoz, amcam da kalıp ustasıymış. Ev inşa edilirken babam sekiz yaşındaymış ve onlara «getir götür» işlerinde yardım edermiş. Bazen de küçücük eline çekici alıp, bükülmüş çıkma çivilerini düzeltirmiş. Artık amcam da dedem de toprağın altındalar ama bu ev hâlâ ayakta duruyor.
Yapan ölüyor, yapılan devam ediyor.

can - m.met altun

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 23:00 tarihinde gönderildi

Canım sıkılıyor can, yorgunum
Bana içimi getirsene…

Bu depremde seni soruyorlar can
Yıkıldıkça taş, toprakla doğruluyorum
Hangi yangında bir fotoğraf unutulsa şimdi
Torunu kayıp bir nine gibi usulca boğuluyorum
Enkazdan çıkanı tanımıyorum
Sana yıkımı gösteriyorum
Bana içimi getirsene

Canım sıkılıyor can, yorgunum
Benden kendini diriltsene

Ekmeğin buharı bu denli sıcak
Nemi bu denli baştan çıkaracak ocak
Hangi lobide söylenseydi kulağıma bu ses
Hangi dilde çoğalsaydı bu sancılı es
Bu mola değil can, bu mola değil

soruşturma

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 22:30 tarihinde gönderildi

Kafanızdaki dergiciliği işlevleriyle birlikte nasıl tanımlıyorsunuz? Bu bağlamda Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi’ni nasıl değerlendirirsiniz?

Cem Uzungüneş:

Edebiyat, bize, var olmayan, gerçek hayatta karşılığı olmayan bir dünya sunamayacağı için, ütopyaların bile gerçek hayata göndermeleri (ayan beyan) olan alternatif hayat biçimleri önerdiklerini düşünürsek, bir edebiyat dergisinde hedeflenecek (açık seçik) bir tavır olmalı. O tavır da, hayata dönük olmak. Hayata ilişkin bir derdi, tasası olmak.

48 saat - salih aydemir

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 21:58 tarihinde gönderildi

içimin günlerine

dün ve yarın ama bugün yok

sonsuz bir karanlık geçti önümden
yağmacı gündüz
saldırgan gece

sessizlik ve uzaklık
kış bulutları taşıyor aklının yarasına
zamana karşı eskiyor sözcükler

dudaklarımda yırtılan dilin için
hamal arıyorum dizelere

 

acıya başlanmalı bir yerden
nasıl olsa
borç taşıyoruz yalnızlıklara

ruhum isyana üzgün

açık bırakılmışsa ölüdür zaman

şizofren öyküler - 3 - bülent kurt

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 21:01 tarihinde gönderildi

Yağmur yağıyordu hava sıcaktı, hatta güneşin tüm kavurganlığı üzerindeydi o gün. Bir yandansa delice yağmur yağıyor, bir yandan kar yağıyor, bir yanda fırtına var ve bir tarafta ise güneş tüm sıcaklığı ile kavuruyordu. İnsanlar büyük bir şaşkınlık içerisindeydi. Üşüyorlar mıydı yoksa yanıyorlar mıydı anlayamıyorlardı. Şu anda fırtına, kar, yağmur birleşmiş ve güneşle kavga ediyorlardı fakat hiçbiri güneş üzerinde galip gelemiyordu.

kardeşimin babası - oylun pirolli

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 20:57 tarihinde gönderildi

kucağımda bir kutu
avuçlarımda bir yaşam
maaş bordroları…
faturalar…
fotoğraflar…
birkaç kitap…
kendi tanıklığıyla kendini
haklı çıkaran bir hayat
içime çocukken diktiğim
büyümesine solan bu yüz
yıllardır bana bakan;
kör olduğum an’a düşman
ağırlığınca bir çırpıda geçiveren zaman,
şimdi nereye koysam «doldur» diyor.
baba’m öldü; yıllardır saklandığım
herkesin bir babası olması gerektiğinden öldü benim baba’m.

ben küçük büyümüştüm
başka bir şehrin kuytusuna uzandığında baba’m.

söyleşi: kadir aydemir / dikenler'in saray'ında gezerken - m.met altun

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 20:52 tarihinde gönderildi

Kadir Aydemir’in 2002 yılında yayımlanan ve oldukça ses getiren ilk şiir kitabı Sessizliğin Bekçisi’nden sonra bugünlerde Dikenler Sarayı adlı yeni şiir kitabı yayımlandı. Şairle yeni kitabı ve şiirinin görünen-görünmeyen yüzü hakkında kısaca konuşup, şiirinin poetik bilinçaltına inmeye çalıştık…

M.Met Altun: «Dikenler Sarayı» adlı kitabınız, kitaplaşmadan önce İsviçre Hastanesi’nin organizasyonunda seçkin bir jürinin de beğenisiyle şiir birincilik ödülü aldı. Sizi tebrik ediyor ve eklemek istiyoruz; ödül sizin için ne ifade ediyor, ödülün sizin şiir serüveninizdeki etkilerinden bahsedebilir misiniz?
Kadir Aydemir: Teşekkür ederim… Ödülün benim şiir serüvenimde belirgin ve önemli bir yeri yok. Hiç olmadı. Ödül sadece «Dikenler Sarayı»nın kitaplaşmasına yardım eden bir araç oldu diyebilirim. İlk kez bir şiir organizasyonuna katıldım ve bir şiir armağanı aldım. Bu, benim için gerçekten de bir «şiir yarışması ödülü» değil, bir «şiir armağanı». Genç şairlerin kitaplarını yayımlama sorunlarını en iyi yine kendileri bilirler, siz de bir şairsiniz ve bunun farkındasınızdır sanırım. Dosyanız bir şekilde kitaplaşmalıdır, artık zamanın geldiğini, o şiirlerden kurtulmak gerektiğini düşünürsünüz. Bu durum benim için de rahatsızlık veren bir hal aldığında, dosyamı hazırlayıp, son hafta yarışmaya katılma kararı aldım.

hikâyendir - arzu çur

Vedat Kamer tarafından Pt, 12/02/2007 - 19:49 tarihinde gönderildi

I

Az sonra temizleyip ellerini tarihten
At ve balık sırtında üç deniz geçecek
Aşağısı kurtarmaz, Valhalla’ya gidecek

Sergilendiği kafeste ölen son Tazmanyalı
Asla sahip olamadığı bir yurdu arayan Türk o
Diyardan diyara sürülmüş Musa’dan yadigâr ayakları

Gözleri Kafdağı’nın ardında
Kovulsa da yurdundan hiç gitmemiş Kürt o
Kolu çapraz kesilmiş İnka prensi dolaşıyor kanında

Ve bir İskoçyalı o, tahtından düşmüş
Kardeşleri kavmini kılıçtan geçirenlerle bir
Şimdi zeytin karası gözlü çocukları öldürmektedir